Çiçek Sepeti'nden Sevgiliye Çiçek Gönder(EME)me

Evet başlıktan da anlaşılacağı üzere 14 Şubat'ta sevgilisinden uzakta olan ben daha önce bir kaç kez kullandığım Çiçek Sepeti'nden çiçek göndermeye karar verdim... Daha önce göndermiştim yine göndereyim gibi son derece saf bir düşünce içinde idim...

Bugün yani çiceğin teslim edileceği tarihte bir numara arıyor beni cep telefonumdan...

-İyi günler bir çiçek siparişiniz var.. Ancak ben adresi bulamadım
+Neden ki? Daha önce yolladım... Adres elinizde var değil mi ? Söyler misiniz adresi ?
-Aaa evet evet adres var. Daha önce yollamışsanız biz götürmüşüzdür. Ama burası biraz büyük bir mahalle..Adres ............................... değil mi ? Alıcının telefonu olmadığından arayıp öğrenemedim

+Evet adres aynen o..Artı orası o kadar büyük bir mahalle de değil.. Size alıcının telefonunu neden vereyim ki zaten ? Ben süpriz yapmak istiyorum.. Size şimdi onun telefonunu versem ne anlamı kaldı ki.. O mahallede kime sorarsanız sorun size adresi göstereceklerdir.
-Peki teşekkürler.. Ben bulurum o zaman adresi..
+Beni haberdar eder misiniz ? Şimdi şüpheye düştüm teslimat konusunda
-Tabi tabi haber veririm...

Böyle bir konuşmanın ardından aklıma düştü bir kurt zaten... Aradan bir saat geçti aradım bewni arayan numarayı.. Telefon kapalı... Bu beni iyice huzursuz etti...Akşama dogru tekrar aradım yine kapalı yine kapalı.. Sonra kız arkadaşımla konuştum ve öğrendim ki çiçek teslim edilmemiş. Orada ufak çaplı bir sinir krizinden sonra sarıldım internete... Neydi bu adamların telefonu e-maili diye... Çiçeksepetinin sitesinde "canlı destek" !!! diye birşey var.. Bu canlı nasıl bir canlı ise... O canlımıdır makine midir artık her ne ise aramızda onunla da şöyle bir diyalog geçti...

Operatöre aktarılırken lütfen bekleyiniz. Yaklaşık 22 saniye içerisinde görüşmeniz başlayacaktır.

'Yunus' ile görüşmeniz başladı.

Yunus: Merhaba,

siz: merhaba

Yunus: Nasıl yardımcı olabilirim ?

siz: 541862 numaralı siparişim bugun teslim edilmesi gerekiyordu

siz: öğleden sonra biri arayıp adresi sordu bana

siz: dedim adres elinizde yok mu daha once gonderdim ben buraya çicek

siz: adresi söyledi bana

siz: evet orası dedim

siz: bu konuşmamız saat 2 civarında gerçekleşti

siz: arayan kişi tamam ben bulurum adresi deyip kapattı telefonu

siz: ama içime kuşku düştü

siz: bir iki saat sonra aradım numarayı

siz: telefon kapalı

siz: hala da kapalı

siz: ve çiceğim teslim edilmemiş....

siz: son derece mutsuz ve de sinirliyim

siz: orada birileri bu yazıyı okuyor mu yaa ????

Yunus: Siparişinizin teslimatı en geç saat 19:00 'a kadar yapılacaktır.

siz: iyi de beni arayan eleman saat 2 gibi aradı

siz: ne yani...aradı bulamadı geri dondü şimdi tekrar mı gidecek....

siz: bütün süpriz bozuldu zaten... saçma sapan bir hal aldı...

Yunus: 12 ile 14 şubat tarihleri arasında saat belirtememekteyiz siparişinizin teslimatı 19:00 'a kadar yapılacaktır.

siz: bu saatten sonra teslim edilse nolur...

siz: saat 18.50 bu arada

siz: 10 dakika içinde teslim edilmezse ne olacak ??

Görüşmeniz beklenmedik şekilde sona ermiştir.

Bu Yunus isimle canlı cansız arkadaş sanırım serin sulara dalıverdi beni unuttu... Bu sefer sarıldım telefona... Telefonda 5 dakika sonra bekledikten sonra en nihayetinde birine ulaşabildim.. Demek ki canlı olan birileri de varmış burada...

O arkadaşa da son derece sinirli bir şekilde derdimi ve şikayetimi anlattım... ve tabi anlatmakla kaldım.... Saat 7 de teslim edilecek en geç denilen çiçek saat 7yi geçerken de teslim edilmemişt... Telefonda konuştuğum arkadaş bana bir e-mail adresi verdi...

Hani olur da siz de bir hata edip Çiçek Sepeti'nden çicek yollar sonra da akıbeti hakkında bilgi almak istersiniz.. İşte o zaman cicekbilgi@ciceksepeti.com adresine mail atabilirsiniz... E buradan bir sonuç çıkar mı bilmiyorum... Ben birazdan atıyorum bakalım ne olacak...

Hoş ne olsa şu saatten sonra ne anlamı kaldı ki.. Benim çiceğim zamanında teslim edilmedi, süprizim bozuldu..Artı bir de boşu boşuna sinir krizine girdim...

Bu işler bu kadar basit olmamalı... Efendim yoğunduk bugün o yüzden zamanında teslim edemedik özür dileriz demek çözüm değil.. Bana böyle döneceklerse hiç dönmesinler daha iyi... Eğer bir işe girmişseniz, ticaret yapıyorsanız, bu işten ekmek yiyorsanız müşterilerinizi memnun edeceksiniz... 14 Şubatın yoğun geçeceği su götürmez bir gerçek... Bunun için önceden önlem alacaksınız... Ha yok bunları yapamıyorsanız da biz bu işi yapıyoruz demeyeceksiniz...

Bu arada herkesin 14 Şubat Sevgililer Günü de kutlu mutlu olsun...

Bayat Ekmek

Bu yazı esasında ne zamandır aklımın bir kıyısında köşesinde kalmıştı... Bir türlü yazma fırsatı bulamamıştım... Çektiğim fotoğrafları arşivlerken birden o gün çektiğim fotoğraf blogun başına geçmeme sebep oldu..

Evet resimde poşet içinde gördükleriniz ekmek ama bu ekmeklerin bir farkı var... Bu ekmekler iki günlük ekmekler.. Yani bayat ekmekler..

Bayramda memleketime gitmiştim... Akraba ziyaretlerimin birinde ekmek satan dayı ogluna da uğramıştım... Oturduk muhabbet ediyoruz, çay içiyoruz... Arada müşteriler geliyor ekmek veriyor. Derken biri geldi bayat ekmek sordu... Dayıoğlu tezgahın altından verdi bayat ekmekleri. Alan adam gittikten sonra gayet saf bir şekilde sordum: "İnekleri falan mı var abi?" ve aldığım cevapla şekilden şekile girdim. Yerin dibine geçtim: Yok abi evine alıyor... İnsanlar artık bayat ekmek alıyor. Günde 100 normal ekmek satıyorsam bir o kadar da bayat ekmek satıyorum. Normal ekmek 60 kuruş, bayat ekmek 30 kuruş. Adam bir tane normal ekmek fiyatına 2 tane bayat ekmek alıyor. Evde o bayat ekmeği buharla yumuşatıp yiyor..

Evet, aynen böyle yapılıyormuş.. Ah güzel ülkemin güzel insanları ah... Biz bunlardan çok daha iyilerine layık değil miyiz ? Benim ülkemin vatandaşını bu hallere düşürenler bundan hiç utanmıyorlar mı? Tabi ki utanmıyorlar.. Utanmak için insanda ar olması lazım değil mi ? Dilerim ki bu insanlara bunu reva görenler bundan daha beterlerini yaşarlar...

Eskişehir - Haydarpaşa Trenleri


Yüksek Hızlı Tren'in ilk seferini yaptığı 13 Mart 2009 tarihinden bugüne yaklaşık olarak 13 ay geçti. Bu süreç içinde Haydarpaşa - Ankara ve Ankara - Haydarpaşa seferi yapan trenlerde bir takım değişiklikler oldu.

Önceden Ankara - Haydarpaşa hattında karşılıklı seferler yapan Başkent Ekspresi, Boğaziçi Ekspresi ve Cumhuriyet Ekspresi artık Eskişehir - Haydarpaşa hattında karşılıklı sefer yapıyor ve Ankara bağlantısı yüksek hızlı trenle sağlanıyor.

Ayrıca bu trenlere ek olarak Eskişehir - Haydarpaşa hattına takviye olarak Sakarya Ekspresi ve Eskişehir Ekspresi eklendi.

2001 yılından bu yana Eskişehir - İstanbul hattında Buzlu Turizm ve İsmail Ayaz otobüs firmaları ile yolculuk yaparken bir bayram dönüşü 5 saatlik yolu 9 saatte geldiğimden beri tren ilk tercihim oldu.

Bana göre bir yolculukta dikkate alınması gereken 3 nokta var: Bilet Fiyatı, Seyahat Süresi ve Konfor.

Bilet Fiyatlarından başlayalım.

Başkent Ekspresi: 20 TL normal, 32 TL gidiş-dönüş.
Boğaziçi Ekspresi: 15,25 TL normal, 24,50 gidiş-dönüş
Cumhuriyet Ekspresi: 20 TL normal, 32 TL gidiş-dönüş.
Eskişehir Ekspresi: 20 TL normal, 32 TL gidiş-dönüş.
Sakarya Ekpsresi: 20 TL normal, 32 TL gidiş-dönüş.

Buzlu Turizm: 30 TL normal
İsmail Ayaz: 33 TL travego, 35 TL konfor hat

Seyahat Sürelerinden devam edecekler olursak:

Başkent Eskpresi: yaklaşık olarak 4 saat
Boğaziçi Ekspresi: yaklaşık olarak 5 saat
Cumhuriyet Ekspresi: yaklaşık olarak 4 saat
Eskişehir Ekspresi: yaklaşık olarak 4 saat
Sakarya Ekspresi: yaklaşık olarak 4 saat

Buzlu Turizm ve İsmail Ayaz, yol durumuna göre Pamukovada verdikleri 20-25 dakikalık bir mola ile birlikte 5 saat civarında Ataşehir veya Hareme, 6 saat civarında Esenlere ulaşıyorlar.

En son yolculuk konforuna bakarsak:

Tüm trenlerde tekli koltuk ve wireless internet bağlantısı imkanları bulunmakta, ayrıca yemekli vagondan ve sürekli yapılan servislerden yiyecek-içecek ihtiyaçlarınızı karşılayabilirsiniz.

İsmail Ayazın konfor hattında her koltuğun arkasında 8-10 kanaldan dilerseniz televizyon kanallarını ya da 2 kanaldan yayınlanan toplam 4 filmi izleyebilirsiniz.

Tüm bu 3 faktörü göz önünde bulundurduğum zaman daha ucuza, daha erken ve daha konforlu bir yolculuk fırsatı sunan tren seçeneklerini değerlendiriyorum.

Tabi ki bunun da bir handikapı var: Herkes treni tercih ettiği ve trenlerin kapasitesi yaklaşık olarak 360 kişi olduğu için 1 hafta öncesinde sefer açıldığı anda bilet bulup alabilirseniz şanslısınız. Özellikle hafta sonlarında ve resmi tatillerde hem gidişte hem de dönüşte bilet bulabilmek gerçekten zor.

İşte bilet bulamadığınız bu gibi durumlarda ise neredeyse her saat başı sefer yapan otobüslere yöneliyorsunuz.

Sonuçta bir şekilde her zaman olduğu gibi arz-talep dengeleri oluşuyor ve otobüs fiyatları aşağıya inmiyor.

Hangisini seçerseniz seçin yolunuz açık olsun, iyi yolculuklar...

Statükoya Bağlılık...


Statüko...
Kelime anlamı “süren durum”.

Türkiye’de şirketlerin çoğu statükocu yöneticiler kalabalığı. Bu zihniyetin en belirgin özellikleri değişime karşı kuvvetli bir direnç, her türlü yeniliğe karşı çıkma ve eski köye yeni adet getirmeme.

Statükocu bir yönetim anlayışı içinde bireylerin uygulayacağı iki temel yaklaşım biçimi var. Ya statükoyla mücadele edecekler ya da statükoya boyun eğip herkesin sizden istediği gibi oyunu kurallarına göre oynayacaklar.

Statükoya karşı koymanın riskleri; grup dışına itilme, işten çıkarılma, devamlı suçlanma, insanların sürekli bir açığınızı araması, başarısız olma olasılığınızın hemen hemen sıfırlanması gibi olabilir.

Statükoya teslimiyet ise beraberinde rahat bir iş ortamı, iyi ilişkiler, bizim iyi oğlan tarzı sevgi ifadeleri almak gibi sonuçlar doğurur. Ama en risklisi sizi kendiniz olmaktan çıkartır ki, işte dönüm noktası burası. ( Pek tabii kendi olma durumundan çıkma riskiyle karşı karşıya kalanlar bahsettiğim biraz aykırı tipler, yoksa çok fazla genç insanın da statükoculuk konusunda üstlerinden aşağı kalır tarafları yok ).

Kendimiz mi olacağız başkası mı? Birçok ortamda yukarıda saydığım kendimiz olma durumunun getirdiği risklerle nasıl başa çıkacağız? Burada belki de en iyi yaklaşım işimizi ya da kafamızda tasarladığımız yenilikleri rasyonel, anlaşılabilir ve faydaları ortaya koyabilir şekilde tasarlayarak kimsenin ağzını açamamasını sağlamak. Bunun zorlukları var tabii ki, zira her toplantıda birbirini yiyen insan toplulukları sizi de mutlaka eleştirecek şeyler bulacaklardır. Kimsenin demeyelim ama çok fazla insanın yaptıklarınız ya da düşündükleriniz gerçekten çok güzel tarzında destekleyici tavırlarını ya da olumlu eleştirilerini beklemeyin derim. Çünkü en kolay şey eleştirmektir ve bizde iş yapmaya hiçbir zaman yeltenmeyenler eleştirme işine sıra geldiğinde en ön safları yine kimseye bırakmazlar.

Geçenlerde bir yazı okumuştum. Amerikalı iki psikoloji profesörünün yaptığı araştırmaya göre iş yerlerinde fazla sesi çıkan, yaptıkları küçük şeyleri çok fazla abartmayı becerebilen insanlar, çok iş yapan ama günümüz tabiriyle kendini iyi pazarlayamayan insanların gerisinde kalıyorlarmış. Demek ki bazı şeyler sadece ülkemize has değil.

Endüstri Mühendisliği, Küreselleşme ve Biz...


Üniversiteden arkadaşlarla oluşturduğumuz mail grubuna düşen bir mail aramızda bir tartışma başlamasına neden oldu. Konu bir iş ilanıyla alakalıydı ve ilanda “ Fıratpen’in 600 tl maaş ile endüstri mühendisi” arayışında olduğu yazıyordu. Kimileri küreselleşmenin insan öğüten tarafı, kimileri arz-talep ilişkisi, kimileri insafsızlık gibi görüşler belirtti. Ben konuya küreselleşme, insan algısı ve Türkiye gerçeği üzerinden bakmak istiyorum.

Küreselleşme, her geçen gün henüz tam olarak küreselleşmeye adapte olmadığını düşündüğümüz yerleri de bünyesine katmaya devam ederek dünyamızı şekillendiren bir gerçek halini aldı. Buna dur demek mümkün mü? Bence hayır. Zira kabul etsek de etmesek de dünya henüz küreselleşme ve liberal ekonomik düzenin ( serbest piyasa ekonomisi ) yerine koyacak bir başka sistem bulamadı. Bu, en yaşanılası sistemin bu olduğunu mu gösterir? Tabii ki hayır. Ama soğuk savaş sonrası da gösterdi ki, şu an için başka bir alternatif yok. Peki bir taraftan insanları müthiş bir rekabete ve açmaza sürükleyen, bir taraftan zengin ile fakir arasındaki gelir uçurumunun her geçen gün daha fazla açılmasına sebep olan küreselleşme karşısında biz endüstri mühendisleri ne yaparak ayakta kalabiliriz? Aslında bu genel bir soru. Sadece endüstri mühendisleri açısından bakmak doğru olmaz, biz insanlar ne yapmalıyız. İnsanların, şirketlerin ayakta kalmak için yapmaları gerekenler artık eskiye oranla çok daha zor. Günümüzde yapmakta olduğunuz iş ya da çalıştığınız şirketteki konumunuz çok hızlı bir şekilde başkaları tarafından elinizden alınabilir. Ya da siz başkalarının işini ya da piyasasını elinden alırsınız. Serbest piyasa kapitalizmi savunucuları bunun gelişme için tek koşul şart olduğunu, aksi durumda şirketlerin ya da kişilerin statüko algısı içinde kendilerini geliştirmeden durağan kalacaklarını söylüyorlar. Onlara göre gelişmenin tek koşulu sürekli gelişme ve gelişemeyenlerin, hıza ayak uyduramayanların sistem dışına itilmesi. Sanırım ABD merkez bankası eski başkanının “ Yalnız paranoyaklar ayakta kalır” diye bir sözü vardı. Yani her an başkaları tarafından alaşağı edilmekten korkanlar ve bu korkuyla birlikte sürekli kendilerini geliştirenler bu sistemde ayakta kalabilirler.

Kısaca içinde bulunduğumuz dünyanın durumunu ifade ettikten sonra bu sistemin insan algısı, geleneklerimiz, değerlerimiz ve genlerimizden gelen kodlarla uyuşup uyuşmadığına bakmak gerekli sanırım. Kim ne derse desin bu sistem ezilen çok büyük bir çoğunluğun sayısının her geçen gün artmasına sebep oluyor. Bizim gibi batı ile doğu arasında sıkışmış toplumlar kendi genetik kodlarına ve değerlerine çok ters görünen bu sistem karşısında ne yapmalı peki? Her şeyin meta gibi görüldüğü, rekabetin insan ilişkilerini her geçen gün öldürdüğü, arkada kalma korkusunun insanların birbirleriyle bilgi paylaşımını bile engellediği bu düzende nasıl bir tavır takınacağız? Dayanışmaya, insani ilişkilere, almaktan çok vermenin kudsiyetine dayanan bir toplumsal ilişkiler ağı bu düzene nasıl ayak uyduracak. ( Örneğin Türkiye de kriz zamanlarında Arjantin de olduğu gibi yağma vb durumların meydana gelmemesinin önemli nedenlerinden biri olarak aile bağları ve toplumsal ilişkiler gösteriliyor ). Sistemi Avrupalılar ürettiğine ve yaptıkları sistem kendi genetik kodlarına çok uygun olduğuna göre biz buna kendimizi nasıl adapte edeceğiz? Yani nasıl birlikte yemek yediğimiz zaman Alman usulü ödeyecek, nasıl akşam belli saatten sonra arkadaşımızı arayamayacak, nasıl ihtiraslarımız uğrunda birbirimizin gözünü çıkaracak, nasıl gittikçe yalnızlaşacağız? Ya da gerçekten sisteme entegre olabilmenin yolu bunlardan mı geçiyor? Kendimize has bir yöntem bulamaz mıyız? Hem insanlıktan çıkmadan hem de sisteme kendi değerlerimizle adapte olamaz mıyız? İşte bence burada diğer mühendislik bilimlerinden farklı olarak merkezine çoğu zaman insanı da alan ya da alması gereken endüstri mühendisliği disiplinin bu bakış açısına sahip olarak çalıştığı kurumlarda bu durumun analizini yapabilmeli bunun sebep olduğu yıkımlara çözüm bulma yolunda öneriler geliştirebilmeli. Hele ki sadece para odaklı düşünen, bunu da sadece kişiye verdiği para olarak algılayan Türk işadamı zihniyetine bunu iyice anlatmak gerekir, her ne kadar çok zor olsa da.

Aslında konumuz 600 tl maaş bir endüstri mühendisine verilir mi sorusundan çıktı ama ben daha çok bunun yaratığı sosyal durumlara değinmeye çalıştım. Çözüm önerisi olarak bir şeyler sıralamam gerekirse zaten inanmadığım ve içinde bulunmaktan hoşnut olmadığım böyle bir sistemin argümanlarını kullanarak ancak çözüm önerileri getirebileceğimin farkındayım. Bu sebeple; kendimizi geliştirelim, aranan adam olmaya çalışalım, bildiklerimizle patronları daha çok vermeye mecbur edelim tarzında öneriler getirmeyeceğim. Ne yapmak gerekiyor peki? Açıkçası bunu bende bilmiyorum. Akil insanlar, sosyologlar, bilim insanları vesaire buna kafa yoruyorlar zaten. Onları daha çok okuyup, daha çok anlayıp hayatımız şekillendirme yolunu buluruz umarım.

İstanbulda Yaşamanın Bedelleri - Sinema -


Dün dikkatimi çeken bir çok nokta oldu. Kısaca değinirsek hava çok da güzel olmamasına rağmen arabasını alanın yola koyulmaması ve AVMlerin ağzına kadar tıklım tıklım olması, dolaşırken dikkatsizlik ötürü birbirine çarpan kadınların saç saça baş başa kavga etmesi ve sinemalarda tüm filmlerin neredeyse kapalı gişe oynaması.

Ama bu yazıda değineceğimiz konu bambaşka bir konu ki bu da İstanbul'daki sinema bileti fiyatlarının Türkiye'nin en yüksek fiyatları olması.

Örnek olarak iki film alacağım ve bu filme gitmek isteyenlerin hangi şehirde hangi sinemada hafta içi ve hafta sonu ne kadar ödemek zorunda olduğunu kıyaslacağım.

Bunun için öncelikle internet üzerinden sinema bileti alabileceğimiz MyBilet'e giriyoruz.

Birinci filmimiz son zamanların en spektaküler filmi olan T. Seçim olarak da Real 3D seçersek Adana, Ankara, Antalya, Denizli, Erzurum, Eskişehir, İstanbul, İzmir, Mersin ve Sakarya'da seanslar olduğunu görüyoruz.

Şimdi gelelim Real 3D Avatar izlemenin şehirlere göre fiyatlarına:

Adana - Cinebonus M1 Merkez - Hafta içi : 12 TL
Ankara - Cinebonus Arcadium, Bilkent,Gordion, Panora - Hafta içi: 13 TL
Antalya - Cinebonus Migros - Hafta içi : 12 TL
Denizli - Cinebonus Forum Çamlık - Hafta içi : 9,50 TL
Erzurum - Cinebonus Erzurum - Hafta içi: 9 TL
Eskişehir - Cinebonus Espark - Hafta içi : 11 TL
İstanbul - Cinebonus Astoria - Hafta içi : 14 TL
İstanbul - Cinebonus Capacity - Hafta içi : 15 TL
İstanbul - Cinebonus Kanyon - Hafta içi : 15,50 TL
İstanbul - Cinebonus Nautilus - Hafta içi : 15 TL
İstanbul - Cinebonus Palladium - Hafta içi : 14,50 TL
İzmir - Cinebonus Balçova - Hafta içi: 11,50 TL
Mersin - Cinebonus Forum - Hafta içi : 11 TL
Sakarya - Cinebonus Adapazarı - Hafta içi : 9 TL

İkinci olarak yeni vizyona giren Zoraki Kral'ı alalım ve birkaç ilde fiyatlara bir göz atalım: