Ortak ATM, Farklı Ücret


Kriz ortamında finans sektörü ve özellikle bankalar önemli karlar açıkladılar ve enterasan şekilde kar etmelerine rağmen personel çıkarımları yaparak, çalışanlarına zam ve/veya prim vermeyerek tasarruf yoluna gittiler. 2010 yılına yaklaştığımız şu tarihlerde bankacılık sektöründe yine bir kıpırdanma söz konusu ve yeni alımlar başladı ve devam ediyor.

1 Ekim 2009 tarihinde ülkemizde hizmet veren 26 bankanın 23 ünün bankamatiklerini bir araya getiren Ortak ATM projesi hayata geçti. Artık para çekmek için yana yakıla kendi bankanıza ait bankamatiği aramak zorunda değilsiniz. Tabi kendi bankanızın bankamatiğinden ücretsiz yapabileceğiniz bu işlemler için diğer bankalara komisyon vermekten çekinmezseniz.

Bankalar ortak ATM uygulamasında fiyatlandırma konusunda serbest bırakıldıkları için bakiye görüntüleme ve para çekme işlemleriden bankadan bankaya değişen 0.25 kuruş ile 4 lira arasında ücretler ödeyebilirsiniz. Bu konuda tüketiciler henüz yeterli bilgiye sahip olmamakla beraber, bankaların da komisyon gelirlerini yüksek tutmak amaçlı bilgilendirme yapmadıkları yorumları yapılıyor.

Peki ortak ATM uygulamasında hangi banka en ucuz? İnternette bir araştırma yaptım ve ulaşabildiğim rakamları aşağıda paylaşıyorum.

Banka Bakiye Görüntüleme Para Çekme
Akbank 0,50 4,00
Fortis 0,50 4,00
Garanti Bankası 0,50 4,00
İş Bankası 0,25 1,70
Yapı Kredi Bankası 0,50 3,50
Ziraat Bankası 0,20 Çekilen miktarın %1i + 0.75

Bu yazıyı yazdığım 7 Ekim tarihinde ulaşılabilen bilgiler bunlarken an itibariyle yazımı düzeltmem gerekliliğini getiren yeni bilgilere ulaşabiliyoruz. Hürriyet ekonomi servisinin haberine göre fiyatlandırma konusundaki karışıklığa Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu (BDDK) el atmış ve bankalara müşterilerini bilgilendirmeleri konusunda talimat vermiş.

BDDK tarafından yapılan açıklamada, son günlerde bazı basın yayın organlarında, 1 Ekim 2009 itibariyle başlayan ortak ATM uygulamasıyla gündeme gelen ücret/komisyon tutarları hakkında, bankalar tarafından müşterilerin yeterince bilgilendirilmediği yönünde haberlerin yer aldığı hatırlatıldı.

Açıklamada, BDDK'nın kamuoyunun sağlıklı bir şekilde bilgilendirilmesi konusunda banka kartı çıkaran ve ortak ATM uygulamasına dahil olan tüm bankalara, öncelikle kendi internet sayfalarında söz konusu ücret ve komisyon tutarlarını müşterilerin kolayca ulaşabileceği bir şekilde ilan etmeleri talimatını verdiği belirtildi.

Bu bilgilendirmede ortak ATM uygulamasında gündeme gelen ücret ve komisyonların ATM;sinden para çekilen banka tarafından değil, kart sahibi banka tarafından tahsil edildiğini ve kart sahibi banka tarafından tahsil edilecek bu ücret ve komisyonların kendi ATM;leri dışındaki tüm ATM;lerde aynı olduğu hususunu özel olarak vurgulamaları istendi.

Bankalardan, yasal bilgilendirme zorunluluğunun yerine getirilmesi bakımından sahip olunan müşteri iletişim bilgilerinden yararlanarak uygun bir kanal üzerinden (e-posta, SMS veya posta gibi) her bir müşteriyi detaylı bir biçimde bilgilendirmeleri konusunda talimat verildiği ifade edilen açıklamada şöyle denildi:

“Kendi ATM;lerinin yurtiçi diğer banka müşterileri tarafından kullanılması halinde, işlemin sonuçlanmasından önceki bir aşamada, müşterinin bankası tarafından tahsil edilecek ücret ve komisyona ilişkin olarak 'Sayın … Bankası Müşterisi, Bankanız Bakiye Sorma İşlemlerinden … TL;ye kadar ücret, Nakit Çekme İşlemlerinden yüzde … e kadar komisyon ve … TL ye kadar ücret tahsil etmektedir.' bilgisini vermeleri ve müşteriye işlemi iptal etme imkanını tanımaları, bilgilendirmeye ilişkin olarak ATM yazılımlarını yazımızın tebliğ tarihinden itibaren 30 gün içerisinde hazır hale getirmeleri talimatları verilmiştir.”
(Hürriyet)

Fiyatlandırma konusunda bankalar tarafında açıklama yapıldığı zaman yukarıda yazılı işlem ücretleri güncellenecektir.

BDDK nın ve BKM nin ilerleyen zamanda uygulama kullanım istatistikleri hakkında yayınlayacakları ilk raporları dört gözle bekliyorum.

Edit 1: DenizBank ortak ATM ücretlendirme bilgileri:

* DenizBank müşterilerinin diğer banka ATM'lerinden yapacakları Para Çekme ve Bakiye Sorma işlemlerinde komisyon alınmamaktadır.

* DenizBank ATM’ lerini kullanan diğer banka müşterilerinden, kendi bankalarının belirledikleri Para Çekme ve Bakiye Sorma işlemlerine ait komisyon tutarı oranında komisyon, kendi bankası tarafından tahsil edilmektedir.


Edit 2: Akbank ortak ATM ücretlendirme bilgileri:

*Akbank, başka banka kartıyla ATM ve BTM'lerinden yapılan işlemler için kart sahibinden herhangi bir ücret almamaktadır.
Ancak, kartın ait olduğu banka, müşterilerinin başka banka ATM'lerini kullanması durumunda belirlediği ücreti alabilir.
**Neo'yla başka banka ATM'lerinden yapılan para çekme işleminden 4 TL, bakiye görüntüleme işleminden 1 TL ücret alınmaktadır.


Edit 3: Yapıkredi ortak ATM ücretlendirme bilgileri:

*Başka banka ATM'sinden para çekme işleminde 3,5 TL, bakiye sorma işleminde 0.50 TL işlem ücreti alınmaktadır. Benim Param üyesiyseniz bu işlemleri ücretsiz gerçekleştirebilirsiniz.

Mutluluklar Kek :)

Havaş ile Kozyatağıdan Sabiha Gökçen Havaalanına gitmek: 10 TL
Pegasus ile Sabiha Gökçenden Samsuna uçmak: 66 TL
Samsundan Niksara araba ile gitmek: 60 TL
Niksardan Samsuna araba ile geri dönmek: 60 TL
THY ile Samsundan Atatürk Havalimanına uçmak: 114 TL
Taksici ile anlaşıp havalimanından Kozyatağına taksi ile gelmek: 50 TL

Paranın satın alamayacağı şeyler vardır, gelen kalan herşey için mastercard.

Biraz viral marketing yapalım istedim :)

Geçtiğimiz hafta sonu eski ev arkadaşımın Tokat Niksarda düğününe gittik.
Arkadaşımız ailecek Ankarada oturduğu için düğünde Ankaradadır diye düşünmüştük; ama kendisi bizi arayıp düğünün Niksarda ve Pazar günü olduğunu söylemesi ile olaylar gelişti.

Burdan evlenmeyi düşünen tüm arkadaşlarıma sesleniyorum, arkadaşlar mümkünse İstanbulda, cumartesi ve yazın güneşli bir günde evlenin :)

Zira pazar günü 03:50 de Samsunda olup da 09:00 da İstanbulda mesaiye başlamak cidde sarsıyor adamı.

Uzun lafın kısası yorulduk, uykusuz kaldık ama sevgili dostumuzun bizi gördüğü zamanki yüzündeki gülümsemesini ve düğündeki mutluluğunu görmek tüm bunlara değiyor.

Mutluluklar kardeşim, Allah bir yastıkta kocatsın. Darısı biz bekarların başına diyelim :)

Bayram Dönüşü Trafik İşkencesi

Daha önce de yazmıştım, benim tren ile gerçek anlamda tanışmam bir bayram dönüşü yaşadığım trafik rezaletiydi. 5 saatlik yolu 9 saatte gelmiş tam bir rezillik yaşamıştım.

Bu ramazan bayramı için ne yazık ki tren biletleri yine aylar öncesinden bittiği için otobüsle gidip gelmek zorunda kaldım.

Gidişimde yoğunluktan dolayı İsmail Ayaz' ın dudullu tesislerinde 1 saat otobüs bekledim. Ki ev arkadaşımın Metroyu 3 saat beklemesinin yanında halime şükrettim. Arefe günü yolculuk yaparak Eskişehire 5 saatlik normal sürede ulaştım.

Bayramın 3. günü akşam 18:00 da çıktığım Eskişehirden İstanbul Kozyatağına ulaştığımda ise saatler 02:00 ı gösteriyordu. Kocaeli - Gebze arasını tahminen 2 saatte aldık, tam anlamıyla rezaletti.

Kurban bayramı için tren bileti bakayım dedim ama internetten aldığım mesaj şu : "26/11/2009 tarihinde tren çalismiyor. Lütfen tarihi degistirerek tekrar deneyiniz".

Bakalım bir de Haydarpaşa gişeden şansımızı deneyelim...

Kriz Günlüklerinden Yaşam Günlüklerine


Sevgili Kriz Günlükleri okurları,

Blogumuza bugüne kadar katkı yapan üç yazarımızdan ikisi son 4 aylık dönemde işe başladığı diğer arkadaşımız ise 9 senelik üniversite öğrenciliği macerasını mutlu sonla bitirip askere gitmek için gün saydığı ve bu nedenle işsiz statüsünde tutulmadığı için blogumuzun adında bir değişikliğe gitmeden yazı tarzlarımızı değiştirerek yolumuza devam edeceğimizi sizlerle paylaşmak istiyoruz.

Bundan sonraki süreçte sadece kriz üzerine yazılar değil aynı zamanda büyük şehirde yaşam ve güncel gelişmeler üzerine yazılarla karşınızda olacağız. Bir nevi kriz günlüklerini yaşam günlüklerine dönüştüreceğiz.

Bu süreçte blogumuza yazar olarak katkıda bulunmak isteyen okurlarımız için sağ üst köşede e-mail adresimizi bulabilirler.

İlginizden ötürü teşekkür ederiz.

Kriz Günlükleri Ekibi

ÖSS 2009 Üzerine

Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Merkezi (Ö.S.Y.M.) 12.08.2009 tarihinde ÖSS 2009 sonuçlarını açıkladı. Açıklanan sonuçlara göre şampiyon öğrencilerin son yıllardaki tıp fakültesi eğiliminin devam ettiği görülüyor.


SAY-1 puan türünde Türkiye birincisi olan Aydın Fen Lisesi mezunu Gülşen Yücel, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne yerleşirken SAY-2 puan türünde Türkiye birincisi olan Çağatay Ermiş de Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi’ne yerleşti. EA-1 puan türünde Türkiye birincisi olan fen lisesi mezunu Mustafa Öztürk de en büyük hayali olan ve ilk tercihi olan Hacettepe Tıp Fakültesi’ne yerleşti. EA-2 Türkiye birincisi Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi mezunu Mücahit Erdoğan da tercihini tıp fakültesinden yana kulanarak İÜ Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni tercih etti. Bu sonuçlar da 2000 li yılların başından ortalarına kadar hüküm süren şampiyonların mühendislik fakültesi tercih etmesi hemoganyasının artık tıp fakültelerine kaydığının açık bir göstergesidir. Öncesinde öğrencilerin hayali mühendis olmakken son yıllarda piyasa şartlarının, ekonomik krizlerin etkisi ile öğrenciler artık garanti meslek olarak gördükleri doktorluğu ideal meslek olarak görmekteler.


ÖSYM’nin açıkladığı sayısal bilgilere göz atacak olursak, 603,754 ü kız 746,370 i erkek olmak üzere toplam 1,350,124 aday ÖSS 2009 a başvuruda bulunmuş. Sınavsız geçişle yerleşenler ve Açık Öğretim Fakültesine yerleşenlerle birlikte toplamda yerleşen aday sayısı 786,677 olarak gerçekleşmiş.


Türkiye genelinde son sınıftan mezun olan 7,513 okul birincisinden 6,287 si yerleşirken 1,226 okul birincisi ise her hangi bir programa yerleşemeyere açıkta kalmıştır.


Okul bazında irdeleme yapacak olursak en yüksek başarının beklendiği okullar olan Fen Liseleri 2009 yılında 6,689 mezun vermiş ve bu mezunların 4,574 ü üniversiteli olmuştur, başarı oranı da %68 olarak gerçekleşmiştir.

Zamanının en gözde okulları olan Anadolu Liselerinde ise 147,598 mezunun 94,937 si bir bölüme yerleşmiş ve başarı oranı %64 olmuştur.

En yüksek başarı oranına sahip okullar ise 18,872 adayından 13,878 i üniversiteli olan ve %74 başarı oranını yakalayan Öğretmen Liseleri olmuştur.

ÖSS 2009 sonucunda 786 bin kişi üniversiteli olma şansını elde etti, bu sene kaçıranlarla beraber gelecek sene sınav stresini ilk defa yaşayacak olan tüm adaylara başarılar diliyorum. Maalesef bu ülkede onca senelik eğitim hayatınız 3 saatlik bir sınavla bir yol ayrımına giriyor. Bakalım belki bir zaman sonra onca deneme yanılmadan optimal bir sistem çıkarırlar da daha kabul gören bir öğrenci seçme sınav(lar)ı olur.

KPSS 2009 / 3 Atamaları

Yüzbinlerce kişinin merakla beklediği an geldi ve bugün KPSS-2009/3 atama sonuçları açıklandı.

Linki takip ederek ÖSYM nin sonuç sayfasına ulaşabilirsiniz.

ÖSYM'nin yayınladığı istatistiklere bir bakacak olursak; 1,037 si ortaöğretim, 2,613 ü ön lisans ve 6,594 ü lisans olmak üzere toplam 10,244 kadrodan 10,35 ine atama yapılmış. 209 kişilik kadro boş kalmış.

1,037 kişinin alınacağı ortaöğretim mezunları kadrosu için başvuran sayısı tamı tamına 349,773 yani 1 kişilik kadro için 337 kişi başvuruda bulunmuş. Bu sayı ön lisans mezunları için 55 ve lisans mezunları için ise 18 olarak gerçekleşmiş. Önlisans için başvuran aday sayısı 143,447 iken lisans mezun başvuruları 130,297 de kalmış.

Ev arkadaşım da açık olan 3 farklı kurumdaki 4 Endüstri Mühendisi kadrosu için tercih yapmıştı ve 84 puanla her hangi bir yere girmesi mümkün olmadı.

Başvuru yaptığı kurumları ve buraya ataması gerçekleşen adayların en düşük puanlarına bakacak olursak:

3936447 kadro kodu ile Yüksek Öğretim Kredi ve Yurtlar Kurumu Gn.Md. 92.371 puan
3932837 kadro kodu ile Devlet Malzeme Ofisi Genel Müdürlüğü 93.299 puan
3933021 kadro kodu ile Elektrik Üretim A.Ş. Gn. Md. 93.230 puan

Gerçekten yüksek puanlar ve bu puanları yapabilmek için ciddi bir sınav hazırlık dönemi geçirmek ve sınavda da gününde olmak gerekiyor.

İleriki sınavlarda ve atamalarda devlet kapısında iş arayan tüm adaylara başarılar dileriz.

Profesyonellik vs Duygusallık


Konumuz iş hayatında duygularımızın yeri...

Mülakat tecrübesi yüksek arkadaşlar mutlaka şu soru ile karşılaşmışlardır: "Peki, bizlere kuvvetli ve zayıf yönlerinizi sayabilir misiniz?".

Duygusalım...

İş dünyasında duygusal olmak kuvvetli bir yön mü yoksa tam tersi zayıf ve geliştirilmesi gereken bir yön mü? Sanırım bunun genel geçer bir cevabı yok, değerlendiricinin bakış açısına kalan bir nokta.


Bana kalırsa ayarında bir duygusallık lazım. En azından empati yapabilmeli insan iş hayatında. Aşırı duygusallık ve tersi aşırı duygusallıktan uzaklık da göze batacak ve sizleri olumsuz etkileyecek davranışlar bana göre.

Peki duygusallık sizlere ne kazandırır, ne kaybettirir?

Kişisel bir kaç örnek vermek istiyorum bu konuda.

Birinci örneğim ilk iş yerimden. Bundan yaklaşık 3.5 yıl önce Türkiye'nin en büyük bankalarından birinde işe başlamıştım ve askere gitmeden önce 21 ay çalıştım. İşe başlamadan önce yine bir başka bankadan da teklif almak üzereydim ve onların teklifini duymadan buraya EVET dediğim için, sonrasında HAYIR diyemem AYIP OLUR diye düşündüğüm için kararımdan vazgeçmedim.

Tabiki kararırım arkasında durmamın tek nedeni bu değildi. Bana vaat edilen iş tanımı, bitirme tezim üzerine bir projede yer alacak olmam, kurumsallık olarak iki bankanın da birbirine yakın olduklarını düşünmem ve birlikte çalışacağım yöneticimin mülakatta bana daha samimi gelmesi tercihimin A bankasından yana olmasını sağladı.

Bu 21 aylık süreç içinde B bankasını değerlendirmeyip A bankasında çalıştığım için maddi olarak ciddi kayıplara uğradım. Aşağı yukarı %30-35 daha fazla kazanabilirdim ki işe yeni başlayan birisi için böyle bir fark istanbul gibi bir şehirde ciddi bir rahatlamaya yol açabilirdi.

Peki A bankasından neden ayrıldım? Öncelikli olarak kafamdaki düşünce yüksek lisansımı bitirdiğim gibi askere gitmekti, yüksek lisans derslerimi bitirip tez aşamasına geldiğim zaman işe başlamıştım ve işle beraber tezi de götürürüm sıkıntı olmaz diye düşünmüştüm. İşte bu noktada işin içine girmeden yanıldığımı fark ettim. Hafta içi yoğun bir şekilde çalıştığınız zaman eve gittiğinizde tez yazmaya vaktiniz olmazken hafta sonları ise hem sosyal çevrenizle birşeyler yapmak istediğiniz hem de hafta içinin yorgunluğu atmak istediğiniz için konsantre olup tezin başına oturup yazamıyorsunuz.

Nihayetinde 2 dönemde yazmam gereken tez 4. ve son döneme sarkınca ve ekonomik olarak tatmin olmadığım askere gidip geldikten sonra başka bir sektörde ve/veya şirkette çalışmak istediğim için istifa ederek A bankasından ayrıldım. Ayrılma kararımı yöneticilerimle paylaştığım zaman beni vazgeçirmek için bayağı bir uğraştılar, "Biz senden memnunuz. Askerlik için acele etme, doktora yap. İleride senin için güzel şeyler düşünüyoruz" vs tarzında söylemler duydum. Ama kararımı vermiştim ve ayrılacağımı askere gideceğimi söyledim.

Bu noktada duygusal davranarak hata yaptığım bir konu "askerlik dönüşü gelecek misin" sorusuna "doğrusunu söylemek gerekirse sektör değiştirmek istiyorum" diye cevap vermemdi. Askerden sonra dönmez bu adam diye baktıkları için son aylarımda elimdeki tüm önemli projelerden alındım, günlük önemsiz işlere baktım. Hatta ve hatta fotokopi çekmek, toplantısı odası ayarlamak, gelen misafirleri karşılamak gibi ofisboy muamelesi gördüm. Ama herhangi bir tepki vermedim bu işleri yaparken.

Askerlik sonrası ne yazık ki herkesi vuran küresel ekonomik kriz beni de buldu, ve yaklaşık 5.5 ay işsiz gezdikten, sayısız başvuru, onlarca mülakat vs yaptıktan sonra A bankasından en son aldığım ücretten daha düşük bir maaşa EVET diyerek SAP danışmanlığı alanında bir firmada işe başladım.

Bu kararı alırken duygusallığı bir kenara bıraktım. Amacım kendimi finanse ederken bir yandan da iş aramaya devam etmekti ki zaten bu işi kabul ederken cevap beklediğim 3-4 farklı yer vardı. Ama elimde kesin olan bir teklif vardı ve kaybetmek istemedim. Bu hareketi kendimce profesyonellik olarak tanımlıyorum.

İşe başladığımın ilk haftasından itibaren yaklaşık 10 civarında mülakata çeşitli bahaneler bularak gittim. Ve ikinci ayın ortalarında nihayet daha öncesinde mayıs ayında ilk görüşmemi yaptığım içerideki arkadaşımdan olumlu olduğunu öğrendiğim ama kadro sıkıntısı nedeniyle geri dönüş alamadığım şimdiki iş yerimden yeni bir görüşmeye çağırdılar. Yöneticimle, genel müdürümüzle ve en son insan kaynakları ile görüşmelerim sonucunda 2. maaşımı aldıktan 1 hafta sonra SAP danışmanlığı maceram sona erdi. Ayrılık aşamasındaki konuşmalar her ne kadar profesyonel davranmaya çalışsam da beni içten içe üzdü. Ama sonuçta yapmam gerekeni ve doğru olanı yaptım.

Kesinlikle istediğim bir şirkete ve pozisyona geçiş yaptım. Bunun yanı sıra Junior SAP danışmanı olarak aldığım maaşın yaklaşık olarak %70 i daha yüksek bir aylık ücrete imza attım. Altı ayımı geride bıraktığım şu günlerde çok şükür mutlu ve huzurluyum ve beklediğimi bulmuş durumdayım.

Şimdilerde A bankasına benimle beraber giren arkadaşlarımın yaklaşık olarak 3.5 yıllık tecrübeleri var A bankasında, ve saçma sapan insan kaynakları politikaları nedeniyle 2 istisna harici hicbirisi yönetici pozisyonuna yükselemedi. Bunun yanında bu insanlarla aynı yıl mezun olan ama 2 sene X bankasında çalışıp 2 yıl sonra A bankasına transferle gelen adamlar şu an yöneticiler ve arkadaşlarımla aynı işi yapıp arkadaşlarımdan yaklaşık olarak 2 kat fazla maaş alıyorlar...

Bu yazıyı bir arkadaşımın iş arama sürecinde bana söylediği bir sözle noktalarken sizlerin de yorumlarını beklediğimi belirtmek istiyorum.

"Acıma, acınacak hale düşersin".

Yeni Bir İş Yeni Başlangıçlar

Sevgili Günlük,

10 Ağustos 2009 pazartesi itibariyle iş değiştirmiş bulunuyorum. Biliyorum daha önce işe başladığımı da sana yazmamıştım bu vesile ile ona da bir değinmek istiyorum.

15 Haziran 2009 tarihinde SAP İş Zekası Danışmanı olarak Ataşehirde ofisi bulunan ve Unilever U2K2 projesinin Business Intelligence (BI)(İş Zekası) tarafını yapan bir danışmanlık firmasında işe başlamıştım. Daha önceki tecrübem iş zekası ve raporlama alanında olduğu için ve 5 aydır iş aramaktan psikolojik olarak yorulduğum için gelen teklifi kabul etmiştim.

Sonrasında mayıs ayı içerisinde görüştüğüm ve kadro sıkıntısı nedeniyle olumlu geri dönüş alamadığım ama olumsuz da geri dönüş gelmeyen şu anki iş yerimden başka bir bölüm için yeni bir mülakat teklifi geldi ve sonrasında süreç olumlu ilerledi. Ve şu an istediğim şirkette istediğim pozisyonda çalışıyorum.

Daha önceki 2 yıllık bankacılıkta MIS ve raporlama tecrübesi ve 2 aylık bir SAP BI modülü tecrübesinden sonra Bankacılık / Finans sektöründe Bilgi İşlem departmanında İş Analisti titiri ile kariyerime devam edeceğim, hadi hayırlısı diyelim.

Allah utandırmasın.

Akbank Müfettişlik Yardımcılığı Sınavı 2009


Bugün, Akbank Teftiş Kurulu'nun 2009 yılı müfettiş yardımcılığı sınavına girmek için Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüsündeydim.

Tahminen 10-15 kişinin alınacağı pozisyon için yaklaşık 1200 kişi sınava gelmişti ki bu gelen adaylar ingilizce bildiklerini ispat edebilen kişiler. Akbank ve İş Bankası kendileri ingilizce sınavı yapmak yerine sizden TOEFL, TOEIC, vb sınav dereceleri istiyorlar. İş Bankasından farklı olarak Akbank mezun olduğunuz üniversite Boğaziçi, Odtü, Sabancı, Bilkent ise sizi ingilizce biliyor olarak kabul ediyor ve sınav şartı aramıyor. Ben de TOEFL ım 2005 ten olduğu için Boğaziçi mezunu olmak kontenjanımı kullanarak başvurumu yaptım.

Sınav kompozisyon yazımı, genel yetenek ve güncel ekonomi testlerinden oluşan 2 bölümden oluşuyordu.

Birinci bölümde "Global krizin Türkiye'ye etkileri nelerdir ve krizin etkilerini azaltmak için çözüm önerileriniz nelerdir?" sorusuna cevap olarak 1 sayfa komposizyon yazmamız istendi. Süremiz 30 dk idi.

İkinci bölüme ise 60 soru genel yetenek ve 30 soru güncel ekonomi bilgilerini test eden 80 dk lık bir uygulama yaptılar. Genel itibayle sorular çok kolaydı; ama şunu fark ettim ki gazetelerin ekonomi sayfalarını daha ayrıntılı okumak gerekiyormuş. Akbank genel müdürü kimdirden, dünya merkez bankası başkanı kimdire, işsizlik oranlarına ve hatta askeri ücret net olarak ne kadardır şekline bir soru bile vardı.

Sınavı geçebileceğimi zannetmemekle beraber, sınav öncesinde enterasan bir konuya değinmek istiyorum. Sınava katılmaya hak kazanan adaylara hem e-mail ile hem de telefon ile arayarak bildirim yapıldı ve sınava gelirken yanlarında neler bulundurmaları gerektiği söylendi.
Buna göre herkesin yanında tükenmez kalem bulunmak zorundaydı; ama sınav başlamadan önce "Tükenmez kalemi olmayan var mı?" diye sorulduğu zaman 60 kişilik sınıftan 10 dan fazla el havaya kalktı. Bana göre bu ciddiyetsizliktir keşke kalem dağıtmak yerine "Ellerini kaldıran arkadaşlar sınavınız bitmiştir, çıkabilirsiniz" deselerdi. Bu da bu işi bu kadar hafife alan bu arkadaşlara baya acı bir ders olurdu.

Amaç sınavlarla eleme yapmak değil mi alın size eleme, bundan daha iyi bir eleme olabilir mi?

Her Telefona Sen Çık

Nazan Öncel'in sözlerini yazdığı Ayşegül Aldinç'in ölümsüzleştirdiği bir şarkı vardır... Her telefona sen çık her kapıya sen koş beni hatırla diye devam eder....

Bu sözlerin tamamı olmasa da ilk kısmını bu aralar ben gerçekleştiriyorum... Her telefon çaldığında koşa koşa telefonu açıyorum... Bir heyecan bir heyecan sormayın gitsin... Acaba bir firmadan mı arıyorlar... Hele numara bir de gizli numaraysa ya da sabit bit hatsa heyecan daha da bir artıyor... İşte bu... Belki de X firmasından arıyorlardır... hadi inşallah diyerek telefonu açmak...

Bugün de yine böyle oldu... Bilgisayar başında yine o site senin bu site benim gezinirken telefonum çaldı... 531li bir numara idi arayan ve nedense tarifsiz bir heyecana kapıldım. Öyle ya belki de 20 gündür cevap beklediğim bir firma arıyordur..

+Alo
-Alo, kimsin
+Kimi aramıştınız beyefendi ?
-Ömer abiyi aramıştım ya sen kimsin ?
+Yalnış numara arkadaşım-
-Hıı öyle mi peki...

gibi bir diyalog yaşanınca insanın canı sıkılıyor tabi...Bir de yeri gelmişken söylemeden de edemeyeceğim. Bizim insanımız neden kendini tanıtmadan hemen karşı tarafın kim olduğunu merak eder... Be adam arayan sensin bi tanıt bakalım kendimi kimsin nesin...Allah Allah ya... Zaten canım sıkkın iş arıyorum, arayan soran yok... Bir de sen soruyorsun kimsin diye...

İşsizlik Sigortası ve İşsizlik Maaşı

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) nun son açıkladığı verilere göre Türkiye'deki toplam işsiz sayısı Şubat 2008 den - Şubat 2009 a 1 milyon 125 bin kişi artarak 3 milyon 802 bin kişiye yükselmiştir. İşsizlik oranı ise 4,2 puanlık artış ile % 16,1 seviyesinde gerçekleşmiştir.

Rakamların gösterdiği gibi maalesef ülkemizde işsizlik günden güne artıyor ve bunun ne zaman duracağı ve tersi bir hareketin başlayacağını kimse kestiremiyor. Tahminler 2010 yılının 2. yarısında toparlanmanın olacağı yönünde.

Peki bir işte çalışırken krizden dolayı işinden olan vatandaşlarımız iş arama sürecinde geçimlerini nasıl sağlayacaklar? Çalışırken maaşlarınızdan kesilen "İşsizlik Sigortası" primleri size belirli bir süre "İşsizlik Ödeneği" olarak geri dönebilir. Peki işsizlik ödeneği alabilmek için ne yapmak gerekiyor?

İşkur' un sitesindeki ilgili dökümanın ilk sayfasında önemli not olarak şu ibare yazıyor:

Son işyerinizden istifa, evlenme, emeklilik sebebiyle ayrılmanız, veya her hangi sorun nedeniyle işten çıkarılmanız halinde İŞSİZLİK ÖDENEĞİ BAĞLANMAYACAKTIR.

Bunların dışında, işsizlik ödeneği alabilmeniz için hizmet akdinin sona ermesinden önceki son 120 gün prim ödeyerek sürekli çalışmış olmanız kaydıyla son üç yıl içerisinde en az 600 gün prim ödemiş olmanız, kendi istek ve kusuru dışında işinizi kaybetmiş olmanız gerekmektedir.

Peki nasıl başvurabilirsiniz? Başvurunuz onaylandıktan sonra ödemenizi ne zaman ve nereden alabilirsiniz?

İşkur’ un bu sorulara cevabı aynen aşağıdaki şekildedir:

Sigortalı işsizlerin hizmet akdinin sona erdiği tarihi izleyen günden itibaren 30 gün içerisinde işten ayrılma bildirgesi ile birlikte doğrudan İŞKUR ünitelerine veya elektronik ortamda başvurması durumunda, en az 600 gün çalışmış sigortalılar 180 gün, 900 gün çalışmış sigortalılar 240 gün, 1080 gün çalışmış sigortalılar 300 gün süre ile İşsizlik Sigortası hizmetlerinden yararlanabileceklerdir. İlk işsizlik ödeneği, başvuruyu izleyen ayın sonuna kadar ödenmektedir. 30 günlük süre yasal başvuru süresi olup,bu süreden sonra başvurulması halinde, geç kalınan süre toplam hak sahipliği süresinden düşülmektedir.

Kaynak: İşkur

Biz Sizi Ararız....

Biz sizi ararız.... Eminim ki iş ararken bu sözü çok duymuşsunuzdur... Ararlar mı peki ? Düşük bir ihtimal.

İş görüşmelerinin ve CV bırakanların vazgeçilmezi. Adınız, Soyadınız, Telefon numaranız, Biz sizi ararız... Bu söz o kadar klişeleşmiş ki üzerine oyunlar oynandı, parodiler yapıldı... Hatta ve hatta üzerine şarkı bile yazılmış. Nil Karaibrahimgil'in babası Suavi Karaibrahimgil bundan yıllar önce bu gerçeği görmüş ve seksenlere damgasını vuran şarkıyı yapmış... Biz Sizi Ararız.... Doğruyu söylemek gerekirse ben bu şarkının varlığından haberdar değildim...

Blogtan bloga atlarken tesadüfen mü desem yoksa algıda seçicilik mi desem bilemedim, İnletenNağmaler de bu şarkıyı gördüm. Dinledim... Bayıldım da... Demek ki güzel ülkemde yıllardır aslında değişmeyen şeyler de varmış... B iz Sizi Ararız... Bugün teknolojinin de gelişmesiyle bu söz biraz şekil değiştirdi ama anlamı yine aşağı yukarı aynı... Şimdilerde moda "Biz size döneriz" şeklinde... İnternetin de yaygınlaşmasıyla bu da yerini hafiften cevap mektuplarına bırakmış durumda... Hani şu bir türlü adresini bulamayıp da gelemeyen cevap mektuplarına...

Gece gece ben çok eğlendim şarkıyı dinlerken... Buyrun siz de dinleyin...

Biz Sizi Ararız


Kriz Bahanesi

İnternetten gezinirken bir ara neler oluyor dünyada bakayım diye Hürriyet'in sitesine girdim. Haberden habere atlarken bir haber gözüme ilişti. Daha başlığını okurken içim sızladı. Devamı da maalesef beni yanıltmadı...Haberin başlığı şöyleydi :

"Fabrikanın kapısını kilitleyip kaçtılar" Bu başlıktaki bir haberin devamında neler gelebileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek... Adamlar çalışanlar içerdeyken fabrikaya kilitleyecek değiller ya... Haberin devamında da şöyle diyordu:

Edirne-Havsa kara yolu yakınında kurulu tekstil fabrikasında çalışan işçiler, sabah iş yeri servisinin gelmemesi üzerine kendi imkanlarıyla fabrikaya gitti.

Fabrikanın kapısının kilitli olduğunu gören yaklaşık 50 işçi, makinelerin de yerinde olmadığını anlayınca durumu jandarmaya bildirdi.Fabrikaya gelen jandarma ekipleri, içeri girerek mal sayımı yaptı.

Firmada 9 aydır çalışan Nimet Korkmaz, sabah kendilerini işe götürecek servisin gelmemesi üzerine, kendi imkanlarıyla fabrikaya geldiğini söyledi.

Fabrikaya geldiğinde yaklaşık 50 mesai arkadaşının da iş yeri kapısında beklediklerini gördüğünü belirten Korkmaz, şöyle konuştu:

“Arkadaşlarla içerideki malların ve makinelerin boşaltıldığını görünce şoka girdik. Fabrikada 150 işçi çalışıyor. Zaten maaşlarımızı 5 aydır ödemiyorlardı. Geldiğimizde göreceğimizi gördük. Hakkımızı helal etmiyoruz. Bu ekonomik krizde bizi bedava çalıştırdılar.”

Çalışanlardan Sinem Türkkan ise fabrika sahiplerinden Murat Bulu ile aynı apartmanda oturduklarını ifade ederek, “Bulu, gece geç saatlerde evini gizlice taşımış. Giderken de merdivenlerde kazağını bırakmış” dedi.

Firma sahiplerinin işçileri acımasızca çalıştırdığını iddia eden Türkkan, “Bazen 36 saat çalıştığımız oluyordu. Tezgah başında bayılanın yüzüne su döküp, yeniden çalıştırıyorlardı. Maaşlarımızı da 5 aydır ödemiyorlardı” diye konuştu.

Daha sonra çalışanlar, haklarını hukuki yollardan arayacaklarını bildirerek fabrika önünden ayrıldı. (Kaynak : http://www.hurriyet.com.tr/ )

Evet, buna ne denir ki ? Nasıl bir insan böyle bir fenalığı yapar ? İnsanda utanma, Allah korkusu, kul hakkı duygusu hiç mi olmaz ? Kriz bu işlerin bahanesi... Yıllar evvel memleketim Bafra'da bir tekstil atölyesi kurulmuştu. Büyük bir atölyeydi ve Bafra'ya umut olacaktı.. Olacaktı diyorum zira olmadı, olamadı... Deneme süresi adı altında gencecik kızları o makinelerin başında yok pahasına çalıştırıp sonra da kapıyı gösterdiklerinden, bir faydası olmadı... Nasılsa çalışmak isteyen çoktu...

Bizler, yıllardır bankaları hortumlanan, elektriği suyu kaçak kullanılan, vergisi bol bol ve rahatça kaçırılan bir ülkenin bireyleri... İlk kez mi görüyoruz bu filmleri ? Ve neden unutuyoruz bu kadar çabuk bu hainleri ? En ufak bir krizde bunu bahane gösterip çalışanına kapıyı gösteren patronlar, buna göz yuman kurumlar... Bunların ne vakit gelecek acaba sonu ? Bir ışık görmek istiyorum... Hani bir tünele girersiniz de uzakta da olsa bir ışık hüzmesi geliyordur, umut verir insana... Ne olur bir umut verin bana? Bu da mı çok bize acaba... Bu da mı ?

GARANTileyemedik

Önceki yazılarımın birinde Garanti Bankası müfettiş yardımcılığı sınavına girdiğimi yazmıştım. Sınavda mayısın ikinci haftası cevap döneceklerini söylemişlerdi ve gerçekten de dedikleri gibi oldu. 8 Mayısta göndermişler cevabı. Mailde de şöyle demişler:

Sn. Guyar

26/04/2009 tarihinde katılmış olduğunuz MY 2009 sonucunuzun başarılı olmadığını,tarafınıza bildirmek isteriz. Başvurunuz ve sürece katılımınız için teşekkür ederiz.Özgeçmişiniz veritabanımızda saklı tutulacak ve ileride niteliklerinize uygun pozisyonlar olması halinde sizinle temasa geçilecektir.
Ayrıca, www.garanti.com.tr/garantilikariyer adresinde yer alan ''İş İlanları''nı takip ederek ilgilendiğiniz pozisyonlara başvurmanız mümkündür.Özgeçmiş bilgilerinizde değişiklik olması halinde, www.garanti.com.tr/garantilikariyer adresinde bilgilerinizi güncellemeniz daha sağlıklı değerlendirilmenizi sağlayacaktır.Gösterdiğiniz ilgiye tekrar teşekkür eder, kariyer arayışınızda başarılar dileriz.
Saygılarımızla,
Garanti'li Kariyer
Eh rica ederim Garanti ne demek her zaman :) Zaten pek bir ümidim olmamakla birlikte yine de maili ilk gördüğümde heyecanlanmadım değil. Acaba dedim başarılı olmuşmuyumdur? Ama maalesef işte.... Garantili Kariyer ile kariyeri garantileyemedik. Müfettişlik aslında kafa olarak da bana uyardı ama şartların uyuyor olması bazen tek başına yeterli olmuyor... Ne diyelim hayırlısı olsun... Garanti'nin dediği gibi kariyer arayışımda başarılar arıyorum... Haydi rastgele...

Dön... Ne Olursa Olsun Dön....

Mevlana'nın bir sözü vardır.... Mevlana "Gel, gel, ne olursan ol yine gel,ister kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir.Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel." der.

Malum iş ararken gerek internetten gerekse eş dost arkadaş aracılığıyla bir yerlere özgeçmişimizi bırakıyor iş arayışımızı gösteriyoruz. Özellikle internetten yapılan başvurular için belli bazı siteler vardır. Kariyer.Net, SecretCV, YeniBirİş gibi siteler firmaların iş ilanlarını yayınlarlar...Siteye üye olarak başvurduğunuz bu ilanlarla ilgili siz de doğal olarak bir sonuç beklersiniz. Olumlu cevap demiyorum bakın... Sonuç... Olumlu ya da olumsuz hiç önemli değil. İnsan bir cevap bekliyor.

Beklemede kalmak insanı güzel bir psikolojinin içinde bırakmıyor maalesef ve yine maalesef ki günler geçmesine rağmen bu cevaplar bir türlü gelmiyor. Aradan aylar geçiyor ses seda yok. Hatta başvurulan ilan yayından kaldırılıyor ama hala bir cevap gelmemiş oluyor... Bu noktada herkesi de aynı kefeye koymamak gerekiyor tabi.. Başvurduğunuz ilana daha ikinci gününden dönenler de oluyor. Kimi "Özgeçmişinizi yakından inceledik, derinlemesine analiz yaptık ama maalesef olmadı işte. İşi size uyduramadık... Olumlu cevap veremiyoruz." derken kimisi de " Vallahi inceledik kardeşim özgeçmişini ama inan piyasada senden iyileri vardı. Biz onlarla devam etmeye karar verdik ama senden de ümidi kesmiş değiliz. Özgeçmişini bir kenara koyduk. İleride bakarsın aklımıza gelirsin, lazım falan olursun biz seni o zaman çağırırız. Söz bak çağırırız diyorsak çağırırız."diyor... Yani hiçkimse cevap vermiyor değil. Ne demişler yiğidi öldür hakkını ver...

Benim asıl takıldığım hiç cevap vermeyenler ya da nasıl diyeyim tenezzül etmeyenler mi desem acaba biraz ağır mı kaçar ama işte cevap vermeyenler.... Dönecem ben sana deyip de dönmeyenler...

Sizlere sesleniyor ey cevap vermeyen firmalar... Dağa küsmüş tavşan misali de olsa durumum size sesleniyorum... Dön... Ne olursa olsun dön... Cevabınız olumlu da olsa dönün olumsuz da olsa dönün... Yeter ki dönün...

Avea is calling you!


Kariyer.net açılır, İş Arama tıklanır. Gelen arama sayfasında firma adına Avea yazılır ve Avea'nın açık pozisyonları görüntülenir.

Soldaki gibi bir resimle karşılaşılır. Avea is calling you. Eee madem Avea bizi arıyor biz de çağrısına cevap verelim denir ve güzel bir ön yazı ile birlikte daha önceden oluşturulmuş olan öz geçmiş firmaya gönderilir.


Bundan sonra bekleme süreci başlar, gün aşırı Kariyer.net e girilerek acaba cevap mektubu gelmiş mi ya da ilan yayından kaldırılmış mı diye kontrol edilir.

Bu şekilde günler haftaları, haftalar ayları kovalar ve 2-3 ay sonra karşınızda aynen şu metni içeren bir cevap mektubu bulursunuz:

Sayın Cem Yılmaz,

Şirketimize başvuran adaylar arasında yaptığımız değerlendirme sonucunda sahip olduğunuz özelliklerin tatmin edici olmasına rağmen, sözkonusu pozisyon için uygun olmadığı görülmüştür.

Başvurunuz, daha sonra ortaya çıkabilecek fırsatlarda değerlendirmeye alınmak üzere saklanacak ve uygun görüldüğünde sizinle temas kurulacaktır.

Şirketimize göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ederiz.


Avea İnsan Kaynakları

Yani sevgili Avea'ya mülakata dahi çağırmazlar sizi, kapıdan içeri giremezsiniz geçici süreliğine de olsa. Şu ana kadar 5 tane ilanlarına başvurmuşum en erken 48 günde cevap mektubu yollamışlar ve 5 inde de olumsuz yanıt almışım.

Avea'ya Kariyer.net üzerinden başvurup görüşmeye çağrılan bir arkadaşım varsa lütfen belirtsin ki benim Avea'nın ilanlarını göstermelik olduğuna olan inancım kırılsın.

Avea'ya girmek ya da en azından mülakata çağrılmak için ne gibi özelliklere sahip olmak ve ne yolla başvurmak gerekiyor gerçekten merak ediyorum. Sırf bunu denemek için sahte bir kariyer.net hesabı açarak eğitim olarak Princeton Üniversitesi mezuniyeti ve Vodafone UK iş tecrübesi gireceğim bakalım o zaman çağıracaklar mı?

İlk Telefon Mülakatı

Onuncu kattaki evimin balkonunda oturmuş iş güç ve bir yandan da yaklaşmakta olan tez teslim tarihini düşünüp sıkıntılara gark olmakta iken içeriden bir ses duyuyorum.... Cep telefonum çalıyor. İçeri girip telefonu açıyorum. Bir bayan sesi ama ne dediğini duyamıyorum. Sonra söylediklerinden kariyer.neti çekip alıyorum ve bir an da heyecanlanıyorum. Aa, bu bir iş görüşmesi diyorum kendi kendime... Sonra nereden aradığını soruyorum. Aldığım cevap beni daha bir heyecanlandırıyor.Zira bu gerçekten çalışmak istediğim bir firma ve ilgimi çeken bir ilanı....

Karşı tarafın ilk sorusu başvurduğum pozisyonu hatırlayıp hatırlamadığım ki çok güzel bir soru. Acaba aday pozisyona bilerek isteyerek mi başvurmuş; yoksa önüne gelen her ilana mı başvuruyor. Daha başlangıçta böyle güzel bir soru ile başlamak açıkçası hoşuma gidiyor. Sonra sorular gelmeye devam ediyor. Sorulara cevap verirken bir yandan da aslında öğrenmek istediklerini kafamdan geçiriyorum.

  • İlanımız size hitap ediyor muydu ? İçeriği tam olarak ilginizi çekti mi ?
Aday ilanı incelemiş mi? Yoksa sadece firma adına mı bakmış. Acaba gerçekten bu pozisyonun ona uygun olduğuna inanıyor mu ? Bu işi yapabileceğine inanıyor mu ?
  • Önceki firmada şu pozisyondaymışsınız. Ne yapıyordunuz anlatabilir misiniz ?
Önceki iş deneyimi, yaptıkları, sorumlulukları buraya başvurmasında bir sebep mi ? Yoksa yeni bir denemede mi bulunmak istiyor. Acaba bu pozisyon gerçekten adaya uygun mu ?
  • Daha önce bir grup yönettiniz mi ?
Bu pozisyon liderlik becerisi gerektiren bir pozisyon. Aday bu yetkinliğe sahip mi ?
  • İngilizceniz nasıl ? Görüşmeye İngilizce devam edebilir miyiz ?
Aday İngilizce bildiğini söylüyor. Bakalım ne kadar biliyor?
  • 3 ve 5 sene sonraki hedefleriniz nelerdir ?
Aday kendine bir yol haritası çizmiş mi ? Yoksa rüzgar ne taraftan eserse o tarafa mı gitmeye meyilli ?

Ve bunun gibi devam eden başka sorular.... Sonrasında eğer olumlu olursa telefonla arayacaklarını söyleyip kapatıyor telefonu. Ondan sonra keşkelenmeye başladım. Ah keşke böyle deseydim. Önce şunu deseydim de sonra bunu ekleseydim gibi bir sürü keşke sıralanıyor.

Va daha da kötüsü insan umutlanıyor. Umutlanmak kötü müdür ? Hayır değildir ama hani aramasalar niye aramadılar diye hayıflanmıyor insan. Şimdi ise acaba olacak mı arayacaklar mı ? Yoksa beğenmediler kafadan elendim mi gibi bir sürü soru geliyor akla ve bu kötü oluyor işte....

Ararlar diye düşünüyorum. Belki erken ama hatta çalışmaya başladığımı düşünüyorum... Düşüncesi bile güzel.... Ben artık çalışmak istiyorum....

Çalışmak çalışmak çalışmak...

Not: Kariyer.Netten de hani ümidimi kesmiştim. Buradan kimseyi aramıyorlar sanırım diye düşünmeye başlamıştım ki yanlış düşündüğüm ispatlanmış oldu...

Büyük Adam Olmak


Etrafımdaki insanları gözlemliyorum uzunca zamandır.
İnsanlar ve yaşamları... Mutlu insanlar, mutluluğu arayan insanlar ve mutsuzluğu depresyona dönüştüren insanlar...

Nedense çalışan insanların bir çoğunda sürekli bir mutsuzluk söz konusu: "çok çalışıyorum, kendime zaman ayıramıyorum, aldığım maaş yetmiyor,vs" nedenler çoğaltılabilir. Geçenlerde bir arkadaşımla konuşurken "Mezun olalı 4 sene geçti, kocaman 4 sene. Bir üniversite bitirilebilecek bir süre düşündüğün zaman ve biz hala bir balataya sap olamadık" dedi. Ki bunu diyen arkadaş bu 4 sene içinde P&G kariyeri olan ve şu an Danone'de çalışan birisi. Kendisine bunları hatırlatıp "Peki sen ne olmak istiyordun ki ?" diye sorduğum zaman aldığım cevap gerçekten şaşırttı beni "Büyük adam".

Hayattaki amacımız "Büyük Adam" olmak mı? Veya ne kadar büyük adam olmalıyız ki tatmin olabilelim. Büyük adam olunca mutlu mu olacağız?

Hani Nazım Hikmet Abidin Dino'ya "Bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin ?" der ;
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama
Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne de ak örtüde elmaların
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
1961 yazı ortalarındaki Küba`nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm
Ölsem gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstad?

Abidin Dino buna karşılık ne çizmiştir bilmiyorum ama Dianne Dengel in çizimi yukarıda, ben bu yazıyı yazmadan önce bu resmi Abidin Dino çizmiş zannediyordum. Resme bir bakın acaba sizin mutluluk resminiz buna benziyor mu? Neler eksik neler fazla?


Bir şarkı sözü var "Yaşamın bir anlamı olmalı, senden başka benden başka", evet yaşamın bir anlamı olmalı büyük adam olmak dışında. Elindekilerle yetinmeyi öğrenmeli insan ki bence mutluluğun sırrı burda yatıyor. Bardağın hep boş tarafını görürsek mutsuz olmamız kaçınılmaz olur, dolu tarafını da görüp boş olan kısmı nasıl doldurabiliriz diye düşünmek ve aksiyonlar almak çok daha akıllıca bir eylem olsa gerek.

Bu hayattaki en önemli hazine sağlık ve zaman. Keşke Heroes dizisinin sevimli kahramanı Hiro Nakamura gibi zamanda yolculuk yapıp geçmişe gidebilseydik ama bu mümkün olmadığına göre şu anı iyi değerlendirip geleceğe yatırım yapmamız gerekiyor.

"The cost of something is what you give up to get it" diye öğrettiler bize ekonomide. Yani bir şeyin fiyatı onu almak için vazgeçtiklerinizdir. Bunun içine ödediğiniz parayla birlikte o parayı başka türlü kullanıp elde edebileceğiniz ekstra kazançlar da girer. Hepimiz sürekli kararlar veririz. En basitinden 2 asansörde aynı kattaysa soldakine veya sağdakine bineriz. Fakat hayattaki çoğu karar sonuncunda diğer alternatifleri seçtiğimiz zaman ulaşacağımız noktaya ulaşamayabiliriz.

Bu nedenle yolumuzu seçerken o yolun sonunu ve vazgeçtiğimiz diğer yolların sonunda kaybettiklerimizi iyi düşünmemiz gerekir.

Her zaman doğru yolu bulabilmeniz dileklerimle...

2009 KPDS...

İki hafta önce girdiğim Garanti Bankası müfettiş yardımcılığı sınavının ardından bu pazar da kendimi başka bir sınavda buldum: 2009 KPDS... Kamu personeli dil sınavına aslında neden girdiğimi de tam bilememekle beraber bir arkadaşımın gir demesiyle girdiğimi söyleyebilirim :) Bu aslında biraz da başvuru çılgınlığına benziyor... Başvuru yaparken gazını alamayıp önüne gelen işe başvurmak gibi ben de önüme gelen sınava girer buldum kendimi... Bu sene bu sınava 99.219 kişi katılmış. 2001 yılında bu sınava katılan sayısı 14bin kişi civarında idi.

Sınav 9.30da idi ama gideceğim okulu bilmediğim için sabahın köründe yola düşmüştüm ve bir saaat kadar önce sınavın olduğu okulun bahçesinde çay ve tost sırasına girmiştim bile. Sıranın başında bir kadıncağız elinde davetiyeler olduğu halde oradakileri kermese çağırıyordu. Sıra bana geldiğinde ne sattığını sordum. Kadın okul aile birliğinin kermeste çekiliş düzenlediğini ve bunun biletlerini sattığını söyledi. En azından destek olmak adına alıp almayacağımı sordu. Benim hoşuma gitmişti ve iki tane aldım. Zaten koca sırada da ilk ben almıştım. Benden sonra da üç dört kişi aldı. Bilet birşey değildi . 2 lira idi bir tanesi. İnsanların umursamazlığı garibime gitmişti. okul şehrin dışında ve belli ki mali durumları çok da iyi olmayan çocukların yoğun olduğu bir okuldu. Ben karınca kararınca yardımcı olmak istedim ama maalesef sıradaki onlarca kişi benimle aynı fikirde değildi.

KPDS için gittiğim okulda sınav öncesi yaşadığım başka bir şeyi de anlatmak isterim. Okula normal şartlarda cep telefonu getirmek yasak. Giriş kartının iki yerine de kapalı dahi olsa cep telefonu getirilmemesini yazmışlar. Ama tabi ki biz Türk insanı bu kurala da uymayarak ve hatta bunun saçma bir uygulama olduğunu düşünerek inadına cep telefonu getirmişti. Sınava girdiğim salonda da tahtada zaten cep telefonunu sınav görevlisine teslim edin şeklinde bir uyarı yazılmıştı. Yani adamlar da getirildiğini biliyor kendilerince böyle önlem alıyorlardı. Sonra bir görevli geldi ve aşağıda ösym yetkililerinin olduğunu cep telefonu olanların aşağıdaki görevliye teslim etmeleri gerektiğini, eğer yapılacak aramada cep telefonu bulunursa bulunan şahsın sınavının iptal edileceğini söyledi. Bunun üzerine itirazlar yükseldi. Üniversitede hoca olduğunu söyleyen biri bunun çok saçma bir uygulama olduğunu söyleye söyleye aşağıya inip cep telefonunu teslim etti. Aşağıda da oradaki görevli ile tartışıyordu. O da kendince haklı olarak şu soruyu soruyordu : " Kapalı cep telefonunun ne sakıncası olabilir. Hepimiz çalışan , üniversite mezunu insanlarız bu uygulama da neyin nesi ?" Görevli ise giriş kartında da cep telefonu getirilmemesi gerektiği yazılı diyor başka birşey demiyordu. Yani bu soruya aslında o da cevap veremiyordu. Sonrasında söylene söylene sınav salonuna gelen üniversite hocası: " Anlamıyorum kapalı telefonun ne sakıncası olabilir?" diye sorarken başka biri : " Arkadaşım iyi güzel de kendine göre değerlendirme yapıyorsun. Hadi sen İstanbul'da sınava giriyorsun peki güneydoğuda nasıl olduğunu biliyor musun ? Adam cep telefonu ile giriyor hatta cep telefonu aracılığıyla soruları çözüyor. Buna ne diyeceksin." dedi. Sonra bir bayan da : " iyi de ben Adapazarı'ndan geliyorum buraya. Cep telefonum olmadan nasıl yapacaktım ki mecburen getirdim ve kapalı olarak duruyor yanımda." dedi...

Sonuçta ne oldu ? Cep telefonları teslim edildi. Sınav salonuna aramaya kimse gelmedi. 20 kişiden sadece 3 kişinin cep telefonunu teslim etmesi de garipti. Eminim ki salonda en az on beş kişinin cep telefonu vardı. İnsan ister istemez güzel ülkemin güzel insanları diyor...

Garantili Kariyer...

Bugün Garanti Bankası müfettiş yardımcılığı sınavı vardı. Saat 9.15 ile 16.00 arasında yapılan bu sınava ben de katıldım...

Saat 8.40 gibi Yıldız Teknik Üniversitesi Beşiktaş kampüsündeydim. İğne atsan yere düşmez sözünün doğrulandığı yer burasıydı. İnanılmaz bir kalabalık, bir kuyruk. Otobüsten indiğim andan sınav yerine gidene kadar yollar karınca sürüsü gibi bu sınava giren insanlar ile doluydu. İnsanlar bir umut kuyruğuna girmişlerdi. Sanırım bin kişiden fazla kişi vardı bu sınava giren. Ha bu sınavın aynı bir de Ankara'da yapılıyor varın siz düşünün artık katılan kişi sayısını. Garanti Bankası bu sene 15 müfettiş yardımcısı alacakmış. Ülkemizde görmeye alışık olduğumuz bir sahne idi aslında. 10 kişi alacak bir yere binlerce kişinin başvurduğu ülkemde böylesi prestijli bir iş için bu kadar katılımın olmasına da çok şaşırmamak lazım.

Gelelim sınava... Bizi denilen saatte 9.15 de almasalarda 9.22 de içeri alındık. Meğerse sınav 10 daymış. Neyse çok mühim bir hadise değil. Önce zihinsel beceri testi ardından yabancı dil sınavı sonrasında bir öğle arası ve akabinde asıl sınav bilim testi... Sınavdan çıktığımda öğrencilikten ne kadar uzaklaştığımı farkettim. Zira hadi ilk iki sınav birşey değildi de bilim sınavı kısmında kafam allak bullak olmuştu. Rahat yaparım diye düşündüğüm Matematik İstatistik bölümünde türev integral sorularını görmek ve onları çözmeye çalışmak yormuştu beni. Diğer bölümler için zaten söyleyecek çok birşeyim yok. İşletme pazarlama, ekonomi testlerini cevaplamıştım. Bu sınav gerçekten de öyle rastgele girilmeyecek bir sınavmış. Öncesinde oturup biraz bakmak lazımmış :)

Sınav işe alım sürecinin ilk adımı idi. Bundan sonraki süreç mayıs ayının on sekizinin başladığı hafta devam edecek. Kalan sağlar bizimdir düşüncesi ile sınavı geçenler bu işe girmek için çalışmaya devam edecekler... Bakalım biz ne yapacağız... Sınavı geçersem - geçerim diye düşünüyorum ya bakalım- bundan sonraki süreci de buradan anlatmaya devam edeceğim.

Mahalle Maçı

Çocukluğumuzun değişmez eğlencelerinden biridir mahalle maçları... Mahallenin en iyi oynayan ağabeyleri ile yan mahalle arasında kıyasıya bir maç yapılır... O takımlarda en iyi oynayan bir çocuk olur her zaman. O çocuk takımın herşeyidir. Maçı genelde bu "tek adamlar" kazandırır. Maçın kahramanı olurlar...

Bu maçın kahramanları bazen olur ya anneleri tarafından çağrılırlar ya da başka bir şey olur ve bir maçta yer alamazlar... İşte mahalle maçlarının en güzel yanı budur. Mahalle maçları her zaman kendi kahramanlarını keşfeder... O, takımın herşeyi olan çocuk yerini zoraki olarak bir başkasına bırakır ve eğer şans ondan yana değilse artık takımdaki yerini kaybeder ve kenarda oturup beklemeye başlar. Bu bekleyiş sancılıdır, umutsuzdur ve acı verir...

İş dünyası da mahalle gibidir ve etrafta sayılamayacak kadar mahalle vardır... Her mahallenin de bir takımı vardır... Bu benzetme bana ait değil aslında. Yine benim gibi iş arayan arkadaşım Aragorn anlatmıştı bunu bana. Bir arkadaşı Aragorn' a şöyle demiş:
"Abi, siz mahallenin iyi topçularısınız ama işte şu an oynayanlar bir ara vermiş durumdular...Siz tam da maç arasında geldiniz..." Haklılık payı yok mu ? Var, hem de çok var...

Evet, bizler şimdilik kenarda bekleyen çocuklar gibiyiz... Şansımızı zorluyoruz, bekliyoruz bakalım fırsat bize ne zaman geçecek... Ama işte o top oynamayı bekleyen çocukların bekleyişi gibidir bekleyişimiz....

Sancılı, umutsuz ve acı verici....





Bir Boğaziçi Treni Yolculuğu

Kara tren geçikir belki hiç gelmez,
Dağlarda salınır da derdimi bilmez.

Bu türküyü bilmeyen yoktur sanırım. Türküden midir yoksa demir yollarının yıllarca arka planda kalmasından mıdır bilinmez benim zihnimde de "Tren" denildiği zaman rötar yapan, yavaş giden ve gürültülü bir ortamda seyahat edeceğim bir yolculuk gelirdi hep. Ta ki bir ramazan bayramı dönüşü normalde mola ile beraber 5.5 saatte gittiğim Eskişehir-Harem arasını 9 saatte anca gidince otobüsle, bundan sonra trenle gideceğim dedim kendi kendime.

Kardeşimin de tavsiyesiyle Başkent Expressi ile gittim bir sonraki yolculuğumda ve tam 4 saate Haydarpaşaya indim. Hem de wireless internet ve tekli koltuk rahatı ile üstüne üstelik otobüs bilet parasının yarı fiyatına.

O gün bugündür treni tercih ediyorum ve zaman zaman küçük rötarlar dışında sıkıntı da yaşamadım. Bu yazıya konu olan durumu ise en son Haydarpaşa - Eskişehir seferimde yaşadım. Her zaman ki gibi TCCD' nin web sitesinden biletimi aldım. Bu sefer Boğaziçi Treni'ni tercih ettim saatinden dolayı ve Başkent Expressinden de 5 TL daha ucuz olduğu için, malum krizdeyiz ve masraflarımızı her türlü kısıyoruz. Sehayat saatinden yarım saat önce haydarpaşadaydım e-bilet makinası bana biletimi vermedi. Ben de gişeye gittim biletimi almak için; fakat gişeden de biletimi veremediler. Biletiniz sistemde gözükmüyor uyarısı veriyordu. Beni Gar Rezervasyon Müdürlüğü'ne yönlendirdiler.

Gidip görevli ile konuştuğum zaman benim biletimin olduğu 5. vagonun seferden iptal edildiği için biletimi alamadığımı; ama ben ve benim gibi mağdur olacak kişiler için 4. vagonda yer ayrıldığını öğrendim. Neden olarak da işçilerin grevde olduğunu ve vagonun çıkmadığını söylediler.

Bu noktada aklıma bir diğer neden geliyor, acaba vagon kendisini kurtaracak kadar dolmamış mıydı? Özellikle hava yolu şirketlerinin kullandıkları bir Yield Management sistemi acaba TCDD'de kullanılıyor mu? Sonuçta bir vagon daha eklemek ve bu vagonun boş gitmesi demek mutlaka bir maliyet yükleyecek sefere bu noktada hassas hesaplamalar yapmak lazım.

Rezervasyon sistemi bence optimize edilebilir sabit bir vagon sayısı girilir mesela 5 yerine 4 sabitlenir sonrasında rezervasyon sistemi vagonları doldurarak bilet vermeye devam eder, 4 vagonda dolduktan sonra sefere kalan saat hesaplanır ve buna göre vagon ekleme kararı verilerek sisteme o sefer için yeni bilgi girilir. Bunu kodlamak ve uygulamak çok da zor olmasa gerek diye düşünüyorum.

Bitirirken Eskişehir - İstanbul hattı ile ilgili bazı bilgiler verelim:

Otobüs Firmaları: İsmail Ayaz, Buzlu Turizm, Ulusoy
Otobüs Bileti Fiyatı : 30 TL

Trenler: Kalkış Varış Fiyat
Başkent Expresi 12:55 - 16:50 20.00
Boğaziçi Treni 11:40 - 16:45 15.25
Eskişehir Expresi 08:42 - 12:32 20.00
Cumhuriyet Expresi 16:45 - 20:42 20.00

Tercih size kalmış...

İş Ararken-3

Bundan önceki yazımda bir ilan görmüştük kafamıza uyan ve ona başvurmuştuk hatta akabinde başvuru yapma hastalığına tutulup önümüze gelen ilana bile başvurmuş olabiliriz... Başvurduğumuz firmalar da nezaketen bir mesaj ile geri döneceklerini söylemiştlerdi. Bundan sonrasında da olaylar şöyle gelişiyor...

Adamlar açık sözlü döneceğiz diyorlar, zaman vermiyorlar ki bir ara akıllarına gelirseniz dönerler, ya da aman canım sizle mi uğraşacaklar bekleyin işte... Sonra günler geçmeye başlar siz artık beklemekten sıkılmaya başlarsınız...Pazar günleri gelsin de bir gazete alayım bir de oradan takip edeyim dersiniz. Oradaki süreçte bir hayli sıkıntılıdır. Onu da sonra anlatırım....Günler haftalar ve hatta aylar geçer, siz evde oturmaktan, internet başında koltuğa yapışmaktan o kadar sıkılmışsınızdır ve üstüne üstlük yaptığınız başvurular üç haneli sayılara varmasına rağmen hala bir haber yoktur o zaman aklınıza can sıkıcı sorular gelmeye başlar ? Hafiften isyankar dalgalar yüreğinizde kabarmaya başlar. Allah Allah, işsiz mi kalacaz acaba demeye de başlarsınız. Başvurduğunuz ilanlar yayından kalkar, yenileri gelir onlara başvurayım dersiniz o da ne bir uyarı yazısı çıkar karşınıza... “ Bu ilana hede höde tarihinde başvurmuştunuz.” der... Hatta bir ara öyle bir başvurma krizine tutulmuş bile olabilirsiniz ki artık hangi ilana başvurduğunuzu bile unutmuş olabilirsiniz. İlana başvurduğunuzda karşınıza çıkan bu ilan ile karşı karşıya kalabilirsiniz... Evet ciddi söylüyorum bu krize yakalanmış arkadaşlarım var, yok değil....

Bir gün telefonunuz çalar? Kim bu diye bakarsınız, ya özel numara ya da tanımadığınız bir numaradır açarsınız. Aa o da ne bir firmanın insan kaynaklarından bir yetkili... Heyecan yapmayın durun dinleyin bakalım kimmiş neymiş... Size kısaca işten bahseder ve görüşme için randevulaşma süreci başlar. Bu noktada birkaç ayrı senaryo olabilir. Mesela sizin hiç başvurmadığınız bir ilan için sizi aramışlardır. Üzülmeyin canım bu da Bir şey bakın demek ki arayan sizi bulabiliyormuş... Sonra başvurduğunuz ilan için arayabilirler ki bu güzel bir şeydir. Bunlardan başka bir de sizinle önce telefonda mülakat yapmak isteyebilirler olmaz illa yüz yüze görüşeceğiz diye ısrar etmeyin yapın mülakatınızı... Bu mülakatta maaş beklentiniz sorulabilir buna açık yüreklilikle cevap verin, adamlar sizi ikinci kez aradıklarında en azından beklentilerinizden haberdar olan kişilerle görüşmeye gidersiniz. Bundan sonraki adım artık görüşmedir. İşe adım atmadan biraz önceki birkaç adımdan en önemlisi... Mülakatlar üzerine yazılmış binlerce yaşanmış anlatılmış şey vardır. Hatta mülakatta yapmanız gerekenler, yapmamanız gerekenler, 5 altın anahtar, 7 gümüş anahtar, 10 adımlı merdiven falan gibi böyle illa rakamlı makamlı isimlere sahip yazılmış onlarca da kitap vardır... İşte o süreç başlar... Bu mülakat ile ilgili başka bir zamanda biraz daha ayrıntılı yazmak isterim... Mülakatlarda amaç iki tarafın birbirini tanımasıdır. Evet deyin bakalım sizi neden alsınlar işe... Bu soru merkezinden geçen görüşmeler silsilesinde siz o işe ne kadar uygun olduğunuzu anlatırken bir yandan da bir sinir harbi ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Ah az daha unutuyordum bu mülakatlardan önce küçük bir adım daha vardır. Her yerde bu böyle midir bilmiyorum ama genellikle gördüğüm o ki gittiğiniz yerde elinize bir form tuttururlar. Buyrun doldurun bunu derler. Evet taaa en başa dönmüş gibi hissedebilirsiniz kendinizi, siz bu bilgileri daha önceden zaten sitelere üye olurken doldurmuştunuz, hatta ve hatta bu bilgiler sizi görüşmeye çağıranlarda da vardır ama olsun siz işkenceye biraz daha maruz kalın, doldurun aynı bilgileri... Bakalım oraya yazdıklarınızla buraya yazdıklarınız aynı mı değil mi ama ?

Mülakatlar yapılır zaman ayırdığınız için teşekkür edilir sonra tekrar bekleme başlar, belki aynı yere bir iki kere daha gidersiniz ki bu iyi bir şeydir, işe girmeye az kalmıştır biraz daha sabredin... Sabreden derviş muradına erer miymiş bunun cevabını öğrenir misiniz bilmiyorum ama bu süreç böyle bir kısır döngü gibi devam eder durur. Hatta öyleleri vardır ki artık görüşmeye gitmek neredeyse mesleği olmuştur, oradan buraya buradan şuraya koşturur dururlar. O görüşme senin bu görüşme benim bir hayatın içine girer, kendilerini kaybederler... Öyleleri sıkmasın sizin canınızı... Siz bekleyin.... Dönecekler size....

Kelime Oyunu


Var mısın Yok musun?, Ahmet Çakar'la Zor Karar, Wipe Out, Çarkıfelek, 50 Sarışın ve Yemekteyiz derken artık diziler izlemenin yanı sıra ciddi ciddi yarışma programları da izliyoruz.


Tüm bu yarışma programları karmaşanın arasında Kanal 1 de Kelime Oyunu diye gayet güzel bir yarışma var. Haftanın altı günü yayınlanıyor. Sunuculuğunu İhsan Varol un yaptığı program pazar günleri hariç her gün 18:00 da ekranlara geliyor. Bu yönüyle maalesef çalışan insanların izlemesi biraz zor oluyor. İş aramakla geçen bu süreç arasında evde otururken yemekteyiz saçmalığını izlemek yerine daha mantıklı ve yararlı programlar izlemeye gayret ediyorum, genelde canlı yayınlanan uluslararası spor organizasyonları ve Cnbc-e nin finans programlarını izlerken bir gün zap yaparken Kelime Oyunu'nu keşfettim ve o gün bugündür kaçırmadan takip ediyorum.


Kelime Oyunu, adından da anlaşılacağı gibi; sorulan soruların kelimeye dayanan cevaplarını harf satın alarak bulmaya yarayan, her harf alındığında kazanılacak ödülden 100 puanın düşüldüğü, karmaşık sistemlerden uzak, ekrandaki seyircinin de rahatça oynayabileceği bilgi yarışması.

Yarışma 14 sorudan oluşuyor ve 4 dakika içinde bu sorulara cevap vermeniz gerekiyor. 4 harfi cevapların arandığı ilk 2 soru dan sonra 5 harfli cevapların arandığı diğer 2 soruya geçiliyor ve bu şekilde artarak devam eden yarışma 10 harfli cevapların arandığı 13. ve 14. sorularla sona eriyor.

Her gün 5 yarışmacı arasında en yüksek puanı alan "Günün Birincisi" oluyor ve cumartesi günü yapılacak olan yarı finale çıkıyor.

Yarışmanın rekoru şu an için 7,600 puan. Bakalım bu rekor ne zaman kırılacak.

Yarışma ayrıca Türkçe’ nin doğru kullanımı ve Türkçe’ ye yaptığı katkılar nedeniyle Türk Dil Kurumu tarafından ödüllendirilmiş bir yarışma programı olma özelliğini de taşıyor.

Yarışmaya katılmak için yapmanız gereken şey çok basit. Son zamanlarda çekinmiş olduğunuz bir fotografınızla birlikte özgeçmişinizi kelimeoyunu@kanal1.com.tr adresine göndermeniz yeterli.

Ben Nasıl Büyük Adam Olucam ?

Pinhani'nin söylediği, sözleri itibari ile şu anki halet-i ruhiyemi son derece yakından anlatan bir şarkı var:

Ben nasıl büyük adam olucam.... Bu şarkıda şöyle diyor Pinhani

Görmezdim önümü görmezdim , okudum yıllarca hep okudum
okumaktan boynumu büktüm yoruldum
bilmezdim adımı bilmezdim aradım her şehirde aradım
koştum dere tepe aştım dolaştım

kimin uğruna , ne uğruna

Herkes köşesini kapmış iyi ama ben nası büyük adam olucam
bir tek seni bana çok gördü dünya
iyiler bu savaşı kaybetmiş peki ben nası büyük adam olucam
kötü olmak seni geri getirir mi acaba

sevmezdim okulu sevmezdim , okudum yıllarca hep okudum
okumaktan boynumu büktüm yoruldum
bilmezdim oyunu bilmezdim denedim her şekilde denedim
denemekle olmadı zaten yenildim

kimin uğruna , ne uğruna

herkes köşesini kapmış iyi ama ben nası büyük adam olucam
bir tek seni bana çok gördü dünya
iyiler bu savaşı kaybetmiş peki ben nası büyük adam olucam
kötü olmak seni geri getirir mi acaba

ben nası büyük adam olucam....

İnsan ister istemez bu soruyu soruyor kendine. Hele hele bir de şuandaki gibi bir kriz içinde iş arıyorsa... Krizden sebep firmalar alım yapmaktan korkarken ya da yok pahasına eleman çalıştırma derdine düşmüşlerken biz nasıl büyük adam olucaz ? Düşününce hayatımın 18 senesi okuyarak geçmiş ki bu da şu anki ömrümün üçte ikisi ediyor...

Herkes köşesini kapmışken bizler ne yapacağız ? Yani köşe kapmaktan bihaber ortalıkta kalmış bizler... Krizin ortasında kalmış bizler ? Bizlere fırsat ne zaman verilecek acaba ? Talih ne zaman bizden yana olacak bize gülecek ? Evet, yazarken farkındayım aslında biraz Küçük Emrahvari bir üslup kullandım... Bizim hiç fırsatımız olmadı amca der gibiyim... Canım hafiften sıkılmaya başladı, ondan sanırım....

Bir yandan da yeise kapılmadan daha bir kendime güvenerek " Bu da geçer elbet" demek istiyorum. Zira emekler zayi olmaz diye inandım hep ve umarım bu inancımda yanılmayacağım... Biz başarmak zorundayız... Krizler her zaman gelecek geçecektir. Şu an sadece biraz şanssızız ki yanlış zamanda yanlış yerde bulunduk.... Örneğin askere şimdi gidiyor olmak gerekiyordu ki biz tam da krizin göbeğine düştük askerlik sonrası.... Yine de yılmamak lazım... Zafere çiçekli yollardan gidilmiyor en azından ben çiçekli yollardan gidecek kadar hiçbir zaman şanslı olmadım. O yüzden şimdi de çok şaşırmıyorum bu duruma.... Elbet başarılı olacağız ve başarılı olduğumuzda bulunduğumuz noktaya tırnaklarımızla gelmiş olacağız. İşte bu, başarımızı daha anlamlı daha kalıcı yapacaktır....

İş Ararken-2

Bir önceki yazımda iş arama sürecinin öncesinden bahsetmiştim... Şimdi kaldığım yerden devam edeyim...


Efendim, öncelikle iş ararken nereden başlanır ? Buradan başlayalım.... İş Kur'a falan gitmedim aslında... Malum çağ internet çağı... önce kariyer net , yenibirinsan, sevretcv ve bunun gibi bilumum iş arama portallerine üye olunur... Ah keşke bu kadar -yazdığım kadar – basit olsa bu üyelik.... Saatlerce kişisel bilgiler, eğitim bilgileri, iş deneyimi, o yoksa staj deneyimleri, öğrenim durumu, bilinen diller, alınan eğitimler, seminerler vesaire vesaire.... Sonuna bir de bunlardan sanki çok çok farklıymışçasına bir de klasik öz geçmiş eklenir... Üyelik bitmiş olur ama asıl macera ondan sonra başlar burada.... Ha bunları siz önceden yapmış olabilirsiniz ama benim gibi taa 2002 yılında üye olmuşsanız ve oradaki bilgileri güncellememişseniz aynı işlem yine tekrarlanır... Hadi bu süreç böyle bitti diyelim... Malum belki bu siteler aynı zamanda insanın sabrını da zorluyordur, sizi uzun bir maratona hazırlıyordur. Çünkü gerçekten de bu iş arama denilen şey uzun bir maraton gibi ; öyle bir iki güne bitmiyor.... Sonra gelsin iş arama... basit arama, detaylı arama, ilgilere göre arama. Bu ve buna benzer bir sürü kombinasyonu kurabilirsiniz. İlginizi bir iş ilanı mı çekti hemen başvurayım demeyle başvurulmuyor... Önce ilanı şöyle bir süzüyorsun... Muhtemelen istenen nitelikler senin Birkaç gömlek üzerinde olacaktır ama olsun vazgeçme sen başvur. İsteyenin bir yüzü kara vermeyenin iki yüzü. Zaten ilanı verenler de bu kafadalar yani aynı frekansta buluşma olasılığınız yüksek. İş tecrübesi bu kadar olsun, onu bilsin, şunu bilsin bunu bilsin, aa bak bunu bilmezse olmaz, askerlik gibi durumlarla karşımıza bile çıkmasın zaten gibi düşüncelerle yazıldığını sandığım ilanlara başvurmaktan kendinizi alıkoymayın... Vurun vurun.... Aslında bu iş ilanları üzerine de çok güzel bir yazı yazılabilir... Vakit de var aslında bol bol... Bunu da bir düşüneyim bakayım.


İlan kafanıza yattı mı ? Yattıysa tamamdır geriye pek Bir şey kalmadı altı üstü bir ön yazı yazacaksınız..Kafanız karıştı gibi bakmayın canım basit bir ön yazı işte... Ha ben basit diyorum ama canınız sıkılmasın diye öyle diyorum aslında öyle çok da basit Bir şey değil yani... Ne ki bu ön yazı ? Bu ön yazı şu soruya cevap aslında cevap mı aslında onu da tam bilemeyeceğim ama öyle umuyorum... Bu ilana niye başvuruyorsun kardeşim, kimsin nesin sen bu ilandaki özelliklere uyuyor musun, neyine güvendin de başvurdun, bak birazdan öz geçmişine bakacağız inşallah zaman kaybı değildir zaten 10 saniye ya bakarız ya bakmayız ama öyle senin gibi her başvuranın öz geçmişine bakarsak işimiz iş vallahi. Böyle bir şey işte yani.... Burada dikkat etmeniz gereken ufak bir de ayrıntı var ola ki acemiliğinize denk gelir canınız sıkılmasın. Önceden böyle ortaya karışık bir ön yazı yazarsınız hani ola ki orada bir firmanın da adını geçirirsiniz aman dikkat o ön yazıyı başka bir firmanın ilanına kopyala yapıştır yaparken o firmanın adı orada kalmasın... Kalırsa ne olur bilemiyorum yani bu ön yazıyı kim neden okur ciddi olarak bilmiyorum ama hani ola ki siz çöldeki bahtsız bedevisinizdir o yüzden ben uyarayım da sonradan tatsızlık olmasın.


Ön yazı işkencesini de geçebildiyseniz e tamam işte ilana gönül rahatlığıyla başvurabilirsiniz. Vurun başınızı bakalım ne olacak. Baştan söyleyeyim öyle hemen Recep İvedik'in internetten kız düşürme macerası gibi anında cevap beklemeyin. Beklerseniz de çok beklersiniz; gelmezzzz.. Ama nedir ayıp olmasın diye ilana yaptığınız başvurunun ellerine geçtiğini belirten bir cevap alırsınız... Size teşekkür ederler, öz geçmişinizini veri tabanlarına almışlardır ve ilk fırsatta size döneceklerdir...

327. Dönem Yedek Subay ve Kısa Dönemler

Bugün 12 Nisan 2009 bundan tam 8 ay önce Topçu ve Füze Okulu Komutanlığı'na teslim olmuştum. Kısa dönem askerlik görevimi yerine getirmek için. Biz 323. kısa dönemlerdik bu akşam üstü ise 327. kısa dönemlere merhaba dedi Tofok.

Şu an askerliklerinin ilk saatlerini yaşayan belki de hala işlemleri devam eden bu arkadaşlar şu anda hayatlarının belki de en bulunmaz macerasına girmiş bulunmaktalar. Ne 1 gün eksik ne de 1 gün fazla kalacaklar kışla içinde kısa dönemler 6 ay, yedek subaylar 12 ay askerlik yapacaklar.

Bu süre zarfında başlarından bir çok macera geçecek. Türkiye gerçekleriyle yüzleşecekler. Türkiye'nin sadece büyük şehirlerden ve üniversite mezunu insanlardan oluşmadığını görecekler. Egolarından sıyrılacaklar. Dış dünyadaki sıfatlarından farklı olarak herkesle aynı seviyede olacaklar. Avukatı da, bilgisayar mühendisi de, öğretmeni de, kaymakamı da herkes bir olacak ve diğer uzun dönem askerlerle belki birebir olmayacak ama yakın muamele görecekler. Yeri gelecek henüz bıyıkları terlememiş 18 yaşında bir astsubaydan emir alacaklar, yeri gelecek kendilerinden 6 ay önce askere gelen bir çavuştan emir alacaklar.

Sonuçta bir şekilde vatana hizmet ederek askerlik süreleri sonunda sivil hayata geri gelecekler. Allah hepsine sağ sağlim dönmeyi nasip etsin inşallah.

Neden Mühendis Oldumki

Arkama dönüp bakıyorum... Çocukluğumdan buyana harcadığım emeklere ve ailemin harcadığı maddi manevi emeklere. Neydi bu emekler. İlkokulda çok iyi hatırlıyorum öğretmenimin anneme bu çocuğu dersaneye gönderin siz göndermezseniz ben göndericem deyişini. Dershaneye gidişimi anadolu lisesi sınavına girişimi. 7 yıl anadolu lisesinde okumamı. Girelim de nasıl olsa bitiririz diyerek girdiğimiz üniversite yıllarını.

Sonuç ne peki nerde olmam yada olmamız gerekiyor. Bukadar yıl öğrencilik yaptıktan sonra ne koşullarda nekadar maaş almamız gerekli. Kendimiz bir değer biçemiyoruz genelde ben bu birikimle şukadar almam gerekli diyemiyoruz. Peki piyasanın bize biçtiği değer... İyimser rakamlarla okul bitince 1500-2000 tl aralığında maaş alıyor mühendisler. İş tecrübeli mühendislerin ortalama maaşı 5000 tl civarında. Peki bu maaşlar yeterli mi sizce yada sizi nekadar tatmin edecek.

İstanbulda üniversite okumanın ortalama aylık bedeli herşey(harçlar, kitaplar,kalacak yer, vs) dahil 1000 tl dır. senelik 9 ay üzerinden 9000 tl. 5 senede 45000 tl. Üniversite öncesinde dersanelere özel öğretmenlere ve eğitime yapılan diğer yatırımlar 100000 tl diyelim. 150000 civarı bir parayı eğitime yatırmışız. Şimdi düşünüyorum 150000 ile kötü bir market açsam ayda 3-4 bin kazanırım. O kadar ki okula harcanan zamanı söylemiyorum bile.

Geçen bir inşaat mühendisi arkadaş ile konuşuyorum. Neden okuduk bukadar bizde hiç akıl yokmuş gibi şeyler söylüyor ve ekliyor keşke tıp veya hukuk olsaydık belki emeklerimizin karşılığını alabilirdik. Yurtdışında çalışmış 2000 dolar civarında maaşlar kazanıyor 2 senede 30000 para biriktirmiş yemeden içmeden yaşamadan. Önümüzdekiler bunlar daha fazlası değil. Devlet kadrosunda çalışıp 2000 tl maaş almak için sınava giren girecek olan mühendislerde var. Bukadar çaba bukadar zeki olmanın karşılığı bu malesef.

İş aramanın zorlu stresli dönemlerini geçtik işi bulduktan sonra elde edeceğiniz kazanımların size yetip yetmiyeceği. Genelde de yetmez birikim yapamazsınız kolay kolay birde istanbul gibi pahalı bir şehirde yaşıyorsanız vah halinize.

Bu kısır memuriyet gibi yapılan mühendislikten kurtulmanın yollarından biri kendi şirketini kurmaktır. Bunun için gerekli olan en önemli şey ise sermaye. Ailenizden bu sermayeyi bulmaya çalışırsınız bulamazsanız 1-2 sene çalışayım ondan sonra gireyim bu işe dersiniz. Bu iki sene içinde anneniz size evlenebileceğiniz kızların isimlerini söylemeye başlar, evlenmeyi kafanıza sokmaya çalışır. Evlenirseniz eğer memuriyete ömür boyu devam. Evlenmediğinizi varsayalım 1-2 sene çalışmakla aklınızda kurmayı tasarladığınız şirketin biriktirdiğiniz para ile kuramıyacağınız gerçeğini anlarsınız. Kısır döngüden yine çıkamadık :).

Bu düşünceler dönüyor çoğu mezun olmuş mühendisin kafasında. Gerçekten hayat bu kadar karamsar olmak zorunda mı. Hayır elbette değil ancak bunları düşünmeden de yapamıyoruz. Artık özlemle andığımız lisedeki sorumsuz aynı zamanda sorunsuz günlerimizi özlüyoruz. Hayatın gerçekleri canımızı acıtıyor.

Çok paralar kazanmak istiyorsanız ve gerçekten mühendisliğin hakkını vermek istiyorsanız kesinlikle memur da olsanız biryerlerde iyi maaşlar da kazanıyorsanız gözünüzün açık olması gerek. Zamanı geldiğinde kendi işinizi kurmak için en iyi fırsatlar elinize geçtiğinde o işe atılmak için cesaretli olun...

Bir Mülakat Macerası...

Mülakatlar ve mülakat soruları...

Çoğu kişinin gözünde büyüyen, bu konuda eğitimlere, seminerlere katıldığımız meşhur görüşmeler.
Kimi zaman 1 aylık zorunlu staj için, kimi zaman ise iş için. Ama sonuçta mutlaka bir yerde karşımıza çıkacak olan durum.

2006 yılında işe girmeden önce girdiğim MT mülakatlarından bu yana hiç mülakata girmemiş olmanın verdiği paslanmışlıkla ve kriz ortamında piyasayı bilmediğim için gittiğim ilk 2 mülakatta şu an için keşke daha düşük isteseydim dediğim ücretler talep ettiğim için olumsuz geri dönüşler almıştım.

Sonrasında uzun bir süre beklemeden sonra yeni görüşmeler için Eskişehirden İstanbula giderken otobüste bir anda telefonum çalmaya başladı. Arayan benim başvuru yapmadığım ismini vermeyeceğim ama kimya sektöründe faaliyet gösteren ve bu işi 80 yıldır yapan köklü bir şirket.

Telefondaki İnsan Kaynakları uzmanı hanım efendi ile 10 dakikalık bir ön mülakat yapıyoruz. Eğitimim, iş tecrübem, bilgisayar bilgim, vs ve en son ücret beklentim. Kafamda net bir rakam yok diyorum fazlaya kaçmaktan çekindiğim için. Kız üsteliyor "Bir aralık da söyleyebilirsiniz" diyerek. "O zaman 2000-2500 diyelim" diyorum. Ve karşıdaki hanım efendi "Tamam Hakan bey, biz olumlu görürsek size dönüş yapacağız" diyerek telefonu kapatıyor.

Bir anda moralim bozuluyor. Endüstri mühendisiyim, masterım var, askerliğimi bitirmişim, 2 yıl Akbank gibi bir şirkette iş tecrübem var ve 2000 TL den aşağı bir maaşa iş dünyasına geri döneceksem neden bu kadar kastım ki CV mi güçlendirmek için. Hem nasıl geçinirim İstanbul gibi yerde bir de ayda 750 TL civarı kira vererek...

Neyseki kortuğum gibi olmuyor ertesi gün aynı hanım efendi yine arıyor ve sizinle görüşmek istiyoruz diyor. Haftaya pazartesine anlaşıyoruz.

Ve nihayet pazartesi geliyor çatıyor. İstanbul yağmurlu ve içerenköyden maslaka gitmek ciddi zaman alacak. Havaya ve olası trafiğe göre planımı yaparak yola çıkıyorum ve planladığım gibi zamanında fabrikaya ulaşıyorum.

1.5 saate yakın süren bir form doldurma ve mülakat aşaması yapıyoruz. Son derece olumlu bir mülakat olduğunu görüştüğüm kişinin jest ve mimiklerinden ve sürekli not almasından anlıyorum. İlk görüştükleri adayın ben olduğumu ve sürecin 3-4 hafta süreceğini söylüyor. Teşekkür ederek ayrılıyorum.

Aradan 1 hafta geçiyor ses yok. 2 yine ses yok.
Bu arada Akbanktaki arkadaşlarımdan birinin arkadaşı görüştüğüm şirkette hatta depatmanda müdür, arkadaşıma bir sorar mısın olumlu mu olumsuz mu ona göre hareket edeyim diye.
Arkadaşımın aldığı cevap aynen aşağıdaki gibi:

Canımcım şimdi konuştum aslında beğenmişler pozisyon dış satış departmanında finansal controller idi. 1-2 yıl tecrübeliden vazgeçmişler yeni mezun almaya karar vermişler yeni mezun alacaklar sanırım başka bir pozisyon çıkar ise arayacaklarını belirtti.


Güler misin ağlar mısın? Başvurmadığım halde çağrılıyorum işe inanıyorum kendime güveniyorum kesin girerim diyorum. Ve bir cevap dahi vermeye tenezzül etmiyorlar içerden sordurarak olayı öğreniyorum.

Yeni mezun = Ucuz işçi .
Onlar da haklı, karlarından zarar edemezler. Verecekleri 300-400 TL fazla maaş ciddi problemlere yol açabilir değil mi?

İşte kurumsal, köklü diye düşündüğümüz büyük şirketlerde bile İnsan Kaynakları bu durumda.
Yapacak bir şey var mı? Aslında var; ama o fırsatı bize verirlerse...

Korku Senaryoları ve İşsizlik ya da İşsizlik Üzerine Korku Senaryoları


Dan Brown'ın Birkaç yıl öncesinin en çok satan kitap yazarlarından biriydi... Onun yine çok satan kitaplarından biri Melekler ve Şeytanlar idi. Melekler ve Şeytanlarda bir korku senaryosu oynanıyordu. İnsanlar, korkutularak Tanrı'ya yakınlaştırılıyorlardı. Ortalıkta bir kargaşa bir korkudur almış başını gidiyordu.

Malum şu aralar dünyada bir krizdir almış başını gidiyor... Kimine göre Amerika'daki 1929 büyük buhranından daha büyük bir kriz sarmış sarmalamış etrafımızı. Kurtarma paketleri, teşvik paketleri gibi önüne etkileyici bir ismi takan paket çıkıyor ortalığa. Dünyada bu anlamda ciddi bir sıkıntı var, evet üretimler düşüyor, ülke ekonomileri çöküyor, dünya devi koca koca firmalar birer birer iflas bayraklarını çekiyor. Hal böyle olunca tabi biz de payımıza düşeni alıyoruz. Bakmayın öyle krizin teğet meğet geçtiğine bizzat kriz canavar olmuş içimizde dolanıyor öyle pek dolanıyormuş gibi de değil; son derece rahat. Bir oraya takılıyor bir buraya takılıyor, uğradığı her noktaya da korku salıyor... Sanki dersiniz dağ başındayız da bu canavar da dağın eşkıyası... Bir korkudur almış başını gidiyor işte.

Her gün haberlerde gazetelerde üretim kısan firmalarla ilgili haberler, işten çıkarmalar, kriz kriz kriz... Varsa kriz yoksa kriz... İçimiz dışımız kriz. Kriz yoksa bile söylentisi bile yetiyor, bu kriz böyle mel'un bir şey... Olan tabi ki güzel ülkemin güzel insanlarına oluyor. İnsanlar işlerinden aşlarından oluyor sonra üçüncü sayfalarında gazetelerin cinnet geçiren insanların haberleri daha bir sık görünür olmaya başlıyor. Kredi kartları ile türlü taklalar atan yurdum insanı an oluyor sıkışıp kalıyor bir köşeye. Tam bu anda, işsizlik üzerine korku senaryoları geliyor aklıma. Ya ben çok fesadım ya da çok komplo teorisyeniyim.

Şöyle ki;
Kriz dönemlerinde firmaların büyük bir kısmı işe alımları durdurur, daha az iş ilanı verirler ( İş arayan herkes mutlaka Hürriyet İk'yı duymuştur. Krizden eser yokken bu Hürriyet İK öyle böyle bir ek değil resmen gazetedir. Sayfalarca ilan vardır orada... Bir de son zamanlardaki Hürriyet İK ya bakmak lazım ki dersiniz o ek diyete girmiş... Evet evet diyete girmiş kriz diyetine... Erimiş bitmiş ayakta bir ruhu kalmış... Epi topu altı sayfa ya var ya yok; o sayfalarında ya bir ya iki sayfasında ilan var. )

Kriz dönemlerinde işten çıkarmalar olur. Firmalar küçülmeye giderler. Dün Bir şey yokken ertesi gün geldiğinde masanın üzerinde bir kutu; içinde şahsi eşyaların... Bir mahkummuşçasına uzaklaştırılırsın firmadan. Bir suçlu gibi kalırsın bir başına elinde bir kutu. Kimler çıkarılır işten ? Buna kriz piyangosu diyebiliriz ? Çıkmaz demeyin herkese çıkabilir. İşe yeni alınan biri, işe yıllarını veren biri, overqualified diye tabir edilen yıldız çalışanlar bile bu piyangodan nasibini alabilirler...

Firmaların var olma sebebi genel olarak para kazanmaktır dolayısıyla riskli dönemlerde maliyetleri olabildiğince kısmak da firmaların çevrede olanlara karşı göstermiş olduğu bir tepki, aldığı bir önlemdir. İşte bu noktada alınan bu önlemler bana bu korku senaryolarını yazdırıyor. Misal olarak firma kriz öncesi on milyar maaş verdiği bir çalışanını işten çıkarıyor onun yerine zaten korkunun hâkim olduğu piyasalardan yine o çalışanın ayarında başka birini işe alıyor ve ona verdiği para çıkardığı çalışanına verdiği paranın belki de yarısı oluyor. Firma bu anlamda yılsonu hesaplarına kabaca bakıldığında sadece bir çalışandan bile bir kazanç elde etmiş oluyor. İşe yeni giren kişi de bu kriz ortamında iş bulduğu için kendini şanslı hissedecektir. Alan razı satan razı durumları yani... (Burada tabi uzun vadeli bakıldığında bir kardan ne kadar söz edebiliriz bilemiyorum. Zira kriz ortamında kendini tabiri caizse bir firmaya -şartlar tam istediği gibi olmasa da- atan çalışan piyasalar iyileştiğinde de kendini daha iyi şartlarda bir başka firmaya atacaktır. Neyse konumuz bu değildi...)

Kriz zamanlarında en zor şeylerden biri iş arayan kişi olmaktır. Zira eliniz son derece zayıftır ve karşı tarafın eli de size inatla her yönden çok daha iyidir. Kozlar karşı tarafın elindedir. Bu noktada maalesef Türkiye'de firmalar bu krizi çok güzel fırsata çevirmekte ve bu kozlarını sonuna kadar kullanmaktadır – yani en azından ben öyle düşünüyorum- Siz iş arayan kişi olarak en erken zamanda iş bulmaya ve bunun için de bazı konularda fedakarlık yapmaya hazır olduğunuzdan işverenin şartlarını kabul etme noktasında da maalesef boynunuz kıldan ince olmaktadır. Krizler böyle zamanlarda firmaların ekmeğine bal sürmekte... En azından şimdiye kadar yaşadığım gördüğüm duyduğum deneyimler bunun aksini bana gösterebilmiş değil.
E kusura bakmayın malum şu an bir krizin içindeyiz bu sebeple size ancak şu kadar maaş teklif edebileceğiz gibi bir cümleyi duymanız kriz zamanında son derece sıradan olsa gerek. Ya da kusura bakmayın şu an tüm pozisyonları dondurduk başvurunuza olumlu olarak dönemiyoruz gibi başka bir cümleyi...

Böyle uzun uzadıya yazabilirim ama demek istediğimi sanırım ifade edebilmişimdir. Aklımda bu soru maalesef şu aralar bir hayli yer meşgul etmekte? Acaba firmalar bu krizi bahane olarak mı kullanmaktalar? Ya da çok mu komplo teorisyeniyim bilemedim...

İş Ararken....


Başlığından da anlaşılacağı üzere her Türk gencinin başına gelen o malum olay ile ben de karşı karşıyayım….

Türkiye’de kendi ayakları üzerinde durmaya çalışmak adına 2 maceraperest arkadaşı ile iş kuran ve çetin şartların karşısında üç senecik direnebilmiş ben de iş arıyorum… 2005 temmuzunda başlayan kendi işimin patronu maceram 2008 martında son bulmuştu….(Bu tarafı es geçiyorum belki başka bir yazımda bunun üzerine daha çok eğilirim…) Derken nisanda askerlik gibi bu kez de her Türk erkeğinin karşılaştığı bir durumla karşılaştım…. Yedek subay olarak bir yıl vatani görevimi yaptıktan sonra (askerlik konusunu da es geçiyorum bu konu üzerine bir cümle demem yeterli sanırım…. Yaptım bitti gitti…) kimilerin yüzdelerle ifade ettiği kimilerininse bol sıfırlı rakamlarla dikkat çekmeye çalıştığı bir ordunun neferi oldum…. İşsizler ordusunun…. Biraz trajedi yapıyorum galiba melankolik damarım mı tuttu nedir….Neyse…Esasında kendimi bu ordunun bir elemanı olarak hiç görmedim hala da görmüyorum yani en azından görmemeye çalışıyorum…Ha hayat illa kabul etmem konusunda ısrar ederse de yapacak bir şey yok tabi… Şimdi ben bu yazıyı yazmaya bodoslama girdim bir plan program yapmaksızın ve dolayısıyla herşeyi bir anda yazmak istiyorum…. Sanki böyle tabiri caizse içimdekileri kusmak istiyorum ama yok yok bunları bir sıraya koymalı… Sıradan başlayarak anlatmalı bu kısmı ki okuyanlar da ne yazmış ne saçmalamış bu adam demesin… Okuyanlar demişken bu yazıyı kim ya da kimler okur ? Hmm, bunu düşünmedim açıkçası ama ben bloguma koyarım… Ah doğru ya blogum da uçmuştu… Hay Allah… Ah blogspot ah… neyse demek ki önce bir blog açacağız ondan sonra bunu yazacağız oraya… Sonra mı ? Sonrası Allah kerim canım…. Şişeye mesaj yazıp okyanusa salan ümit dolu (!) insan misali benim de durumum işte. Gördüğünüz üzere işte ordan buraya daldan dala atlıyorum Türkiye’nin sevgili kaynanası Sevda Hanım’ın dediği gibi…. Daldan dala daldan dala….


Esnaf ve Kriz

Teğet geçse de tam üstümüzden geçsede kriz. Alışkanlık kazanmaya başladık krizlere öyleki "ti" ye almaya başlayanlarımız bile var. Bir ara Başbakanımızın söylediği " kriz bizi teğet geçti hamdolsun" cümlesi, krizden daha çok konuşulur oldu. Daha sonraları krizden çok fazla etkilenmedik oldu bu cümleler.

Biz televizyondan gazeteden okuyup izliyoruz teğet geçen krizi. Peki çevremizdeki insanların başına gelenler veya kendi başımıza gelenler. İşverenler, çalışanlar krizin birebir hissedip yaşıyanlar neler yaşamış ve neler planlıyorlar.

Bir iki esnaf ziyaretinden aklımda kalanlar şöyle;

İlk kuyumcuya gidişimi anlatayım. Kuyumcuya giriyoruz ve altın bozduracağız malum altın fiyatları yükselince bozdurmak istedik. Kuyumcu tartıyor hesaplıyor 300-400 tl civarı bir miktar. Tamam alıcaz parayı kuyumcu açıyor kasayı para yok. Kuyumcuda nasıl para olmaz diyoruz, sonuç olarak işleri para ile dönüyor. Amcam anlatıyor, kriz teğet geçince insanlar altın fiyatının yükseldiğini görünce bozduruyor. Bozduruyorlarsa fiyatı neden yüksek diyoruz. Bozduran kişiler fakir kişiler bişekilde yorgan altı ettikleri altınları bozduruyorlar, bir bilezik bilemedin iki bilezik. Alanlar ise zengin olup parasını altına yatıranlar; onlar bankalardan altın hesabı açtırıp bankalardan alıyorlar. Böylelikle esnaf olan kuyumcu satın alıyor ama satamıyor. Ama umutlular önümüz yaz ve düğünler sayesinde biraz altın satabilecekler.

Umutsuz olan bir esnafa geçelim, otomotiv tamircileri. Üç çırak var içerde birde usta. İçeri girmeden kapıda karşılıyorlar işler nasıl dediğimizde "şükür abi ne olsun" cevabını alıyoruz. Herşeye rağmen az ile yetinebiliyoruz(!). Yarım saat boyunca el emeği harcıyorlar. Borcumuz nekadar demiyoruz sadece parayı uzatıyoruz. Abi sorun değil diyor usta, belki biraz tanıdığımız olduğundan belki de kendini sevdirmek hep ona gitmemizi sağlamak için. Israr ederek 10 tl veriyoruz. Sonra düşünüyorum, düşünmek zorundayım bu dükkanın masraflarını, bizi kapıda karşılayan o 3 çırağın haftalığını, ustanın nasıl geçindiğini. Acelemden dolayı sonraya bırakıyorum düşünmeyi. Sonraya bırakıyorum ama sıra onlara gelmiyor ki.

Kendi kendime diyorum ki asgeri maaşla çalışan milyonlar var onlar nasıl geçiniyor diyorum. Televizyondan haberleri takip ediyorum asgeri maaşlıları da unutuyorum; işsizlik rekorlar kırıyor. Eskiden düşünürdüm ki iş bulmak kolay işsizler genelde vasıfsız insanlar, işletme gibi kıytırık bölümler okumuş insanlar. Hayır efendi, en iyi üniversitelerde en iyi bölümleri okumuş, masterını yapmış, iş deneyimi olan insanlarda işsizler.

Bazılarımız için hamd olsun, hamd olsun diyemiyeceklere de geçmişler olsun.

Sebebi Ziyaretimiz.

Bir hafta sonra bugün askerden geleli tam 3 ay olmuş olacak. Dinlenerek, askerlik psikolojisini atmaya çalışarak ve sonrasında krize takılmış biri olarak iş arayarak geçen 3 ay.

Ağustos 2008 de giderken bıraktığım ortamla Ocak 2009 da bulduğum ortam arasında inanılmaz farklar var. Böyle olacağını tahmin edebilseydim belki de askerlik kararını vermez ertelemeye devam ederdim.

Askeriyede kışla içinde internete erişemezsiniz Karanete bağlıdır bilgisayarlar ve dışarı çıkış yoktur. Karanette her gün "Basın Özetleri" şeklinde belirli gazetelerin manşetleri taranarak resim olarak konulur. İşte o resimlerden birinde gördüğüm "Amerikan Bankası Battı" haberinden bu yana geçen süreç gerçekten çok can sıkıcı bir süreç oldu.

Asıl şok haber ilerleyen günlerde gördüğüm "Akbankta Deprem" haberi oldu. Fırsatını bulduğum anda Akbank'taki eski iş arkadaşlarımı arayarak olayın ayrıntılarını sordum. Ve hayretler içinde genel müdür yardımcılarından, bölüm başkanlarına, müdürlere ve yöneticilere kadar üst düzey çalışanlarla birlikte yaklaşık 1400 kişinin işine son verildiğini öğrendim.

Herşeyden uzakta, resmen bir haber yaşadığımız kışlada bundan sonra çıktıktan sonra ne yapacağız kaygısı sardı bir anda hepimizi.

Bir noktada kendime güveniyordum aynen herkesin de bana güvendiği gibi. Sonuçta yüksek lisansı olan, askerliğini yapmış ve 2 sene iş tecrübesi olan bir endüstri mühendisiyim ve Marmara ve Boğaziçi Üniversiteleri gibi Türkiye şartlarında kalbur üstü olarak geçen üniversiteleri bitirmişim.

Ama askerlik sonrasındaki sivil hayatımın 3. ayında henüz bir işe yerleşmiş değilim.
Tam 11 sene önce Fen Lisesine gitmek için çıktığım evime ilk defa bu kadar uzun bir süre için dönmüş oldum. Evde oturmak bunca yıllar boyunca sürekli meşgul olmuş birisi için gerçekten son derece sıkıcı bir durum.

Ne yapmalı ne etmeli de zamanı değerlendirmeli derken; arkadaşlarla beraber bir blog oluşurmaya iş arama sürecimizi ve olan biteni yazmaya karar verdik.

Bu blogda ülkemizi teğet geçeceği iddia edilen krizde başımızdan geçenlerle beraber, zaman zaman ülkemizde ve dünyada olan bitenler hakkında yorumlarımızı bulacaksınız.

Sebebi ziyaretimiz kısaca budur.