Akbank Müfettişlik Yardımcılığı Sınavı 2009


Bugün, Akbank Teftiş Kurulu'nun 2009 yılı müfettiş yardımcılığı sınavına girmek için Boğaziçi Üniversitesi Kuzey Kampüsündeydim.

Tahminen 10-15 kişinin alınacağı pozisyon için yaklaşık 1200 kişi sınava gelmişti ki bu gelen adaylar ingilizce bildiklerini ispat edebilen kişiler. Akbank ve İş Bankası kendileri ingilizce sınavı yapmak yerine sizden TOEFL, TOEIC, vb sınav dereceleri istiyorlar. İş Bankasından farklı olarak Akbank mezun olduğunuz üniversite Boğaziçi, Odtü, Sabancı, Bilkent ise sizi ingilizce biliyor olarak kabul ediyor ve sınav şartı aramıyor. Ben de TOEFL ım 2005 ten olduğu için Boğaziçi mezunu olmak kontenjanımı kullanarak başvurumu yaptım.

Sınav kompozisyon yazımı, genel yetenek ve güncel ekonomi testlerinden oluşan 2 bölümden oluşuyordu.

Birinci bölümde "Global krizin Türkiye'ye etkileri nelerdir ve krizin etkilerini azaltmak için çözüm önerileriniz nelerdir?" sorusuna cevap olarak 1 sayfa komposizyon yazmamız istendi. Süremiz 30 dk idi.

İkinci bölüme ise 60 soru genel yetenek ve 30 soru güncel ekonomi bilgilerini test eden 80 dk lık bir uygulama yaptılar. Genel itibayle sorular çok kolaydı; ama şunu fark ettim ki gazetelerin ekonomi sayfalarını daha ayrıntılı okumak gerekiyormuş. Akbank genel müdürü kimdirden, dünya merkez bankası başkanı kimdire, işsizlik oranlarına ve hatta askeri ücret net olarak ne kadardır şekline bir soru bile vardı.

Sınavı geçebileceğimi zannetmemekle beraber, sınav öncesinde enterasan bir konuya değinmek istiyorum. Sınava katılmaya hak kazanan adaylara hem e-mail ile hem de telefon ile arayarak bildirim yapıldı ve sınava gelirken yanlarında neler bulundurmaları gerektiği söylendi.
Buna göre herkesin yanında tükenmez kalem bulunmak zorundaydı; ama sınav başlamadan önce "Tükenmez kalemi olmayan var mı?" diye sorulduğu zaman 60 kişilik sınıftan 10 dan fazla el havaya kalktı. Bana göre bu ciddiyetsizliktir keşke kalem dağıtmak yerine "Ellerini kaldıran arkadaşlar sınavınız bitmiştir, çıkabilirsiniz" deselerdi. Bu da bu işi bu kadar hafife alan bu arkadaşlara baya acı bir ders olurdu.

Amaç sınavlarla eleme yapmak değil mi alın size eleme, bundan daha iyi bir eleme olabilir mi?

Her Telefona Sen Çık

Nazan Öncel'in sözlerini yazdığı Ayşegül Aldinç'in ölümsüzleştirdiği bir şarkı vardır... Her telefona sen çık her kapıya sen koş beni hatırla diye devam eder....

Bu sözlerin tamamı olmasa da ilk kısmını bu aralar ben gerçekleştiriyorum... Her telefon çaldığında koşa koşa telefonu açıyorum... Bir heyecan bir heyecan sormayın gitsin... Acaba bir firmadan mı arıyorlar... Hele numara bir de gizli numaraysa ya da sabit bit hatsa heyecan daha da bir artıyor... İşte bu... Belki de X firmasından arıyorlardır... hadi inşallah diyerek telefonu açmak...

Bugün de yine böyle oldu... Bilgisayar başında yine o site senin bu site benim gezinirken telefonum çaldı... 531li bir numara idi arayan ve nedense tarifsiz bir heyecana kapıldım. Öyle ya belki de 20 gündür cevap beklediğim bir firma arıyordur..

+Alo
-Alo, kimsin
+Kimi aramıştınız beyefendi ?
-Ömer abiyi aramıştım ya sen kimsin ?
+Yalnış numara arkadaşım-
-Hıı öyle mi peki...

gibi bir diyalog yaşanınca insanın canı sıkılıyor tabi...Bir de yeri gelmişken söylemeden de edemeyeceğim. Bizim insanımız neden kendini tanıtmadan hemen karşı tarafın kim olduğunu merak eder... Be adam arayan sensin bi tanıt bakalım kendimi kimsin nesin...Allah Allah ya... Zaten canım sıkkın iş arıyorum, arayan soran yok... Bir de sen soruyorsun kimsin diye...

İşsizlik Sigortası ve İşsizlik Maaşı

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) nun son açıkladığı verilere göre Türkiye'deki toplam işsiz sayısı Şubat 2008 den - Şubat 2009 a 1 milyon 125 bin kişi artarak 3 milyon 802 bin kişiye yükselmiştir. İşsizlik oranı ise 4,2 puanlık artış ile % 16,1 seviyesinde gerçekleşmiştir.

Rakamların gösterdiği gibi maalesef ülkemizde işsizlik günden güne artıyor ve bunun ne zaman duracağı ve tersi bir hareketin başlayacağını kimse kestiremiyor. Tahminler 2010 yılının 2. yarısında toparlanmanın olacağı yönünde.

Peki bir işte çalışırken krizden dolayı işinden olan vatandaşlarımız iş arama sürecinde geçimlerini nasıl sağlayacaklar? Çalışırken maaşlarınızdan kesilen "İşsizlik Sigortası" primleri size belirli bir süre "İşsizlik Ödeneği" olarak geri dönebilir. Peki işsizlik ödeneği alabilmek için ne yapmak gerekiyor?

İşkur' un sitesindeki ilgili dökümanın ilk sayfasında önemli not olarak şu ibare yazıyor:

Son işyerinizden istifa, evlenme, emeklilik sebebiyle ayrılmanız, veya her hangi sorun nedeniyle işten çıkarılmanız halinde İŞSİZLİK ÖDENEĞİ BAĞLANMAYACAKTIR.

Bunların dışında, işsizlik ödeneği alabilmeniz için hizmet akdinin sona ermesinden önceki son 120 gün prim ödeyerek sürekli çalışmış olmanız kaydıyla son üç yıl içerisinde en az 600 gün prim ödemiş olmanız, kendi istek ve kusuru dışında işinizi kaybetmiş olmanız gerekmektedir.

Peki nasıl başvurabilirsiniz? Başvurunuz onaylandıktan sonra ödemenizi ne zaman ve nereden alabilirsiniz?

İşkur’ un bu sorulara cevabı aynen aşağıdaki şekildedir:

Sigortalı işsizlerin hizmet akdinin sona erdiği tarihi izleyen günden itibaren 30 gün içerisinde işten ayrılma bildirgesi ile birlikte doğrudan İŞKUR ünitelerine veya elektronik ortamda başvurması durumunda, en az 600 gün çalışmış sigortalılar 180 gün, 900 gün çalışmış sigortalılar 240 gün, 1080 gün çalışmış sigortalılar 300 gün süre ile İşsizlik Sigortası hizmetlerinden yararlanabileceklerdir. İlk işsizlik ödeneği, başvuruyu izleyen ayın sonuna kadar ödenmektedir. 30 günlük süre yasal başvuru süresi olup,bu süreden sonra başvurulması halinde, geç kalınan süre toplam hak sahipliği süresinden düşülmektedir.

Kaynak: İşkur

Biz Sizi Ararız....

Biz sizi ararız.... Eminim ki iş ararken bu sözü çok duymuşsunuzdur... Ararlar mı peki ? Düşük bir ihtimal.

İş görüşmelerinin ve CV bırakanların vazgeçilmezi. Adınız, Soyadınız, Telefon numaranız, Biz sizi ararız... Bu söz o kadar klişeleşmiş ki üzerine oyunlar oynandı, parodiler yapıldı... Hatta ve hatta üzerine şarkı bile yazılmış. Nil Karaibrahimgil'in babası Suavi Karaibrahimgil bundan yıllar önce bu gerçeği görmüş ve seksenlere damgasını vuran şarkıyı yapmış... Biz Sizi Ararız.... Doğruyu söylemek gerekirse ben bu şarkının varlığından haberdar değildim...

Blogtan bloga atlarken tesadüfen mü desem yoksa algıda seçicilik mi desem bilemedim, İnletenNağmaler de bu şarkıyı gördüm. Dinledim... Bayıldım da... Demek ki güzel ülkemde yıllardır aslında değişmeyen şeyler de varmış... B iz Sizi Ararız... Bugün teknolojinin de gelişmesiyle bu söz biraz şekil değiştirdi ama anlamı yine aşağı yukarı aynı... Şimdilerde moda "Biz size döneriz" şeklinde... İnternetin de yaygınlaşmasıyla bu da yerini hafiften cevap mektuplarına bırakmış durumda... Hani şu bir türlü adresini bulamayıp da gelemeyen cevap mektuplarına...

Gece gece ben çok eğlendim şarkıyı dinlerken... Buyrun siz de dinleyin...

Biz Sizi Ararız


Kriz Bahanesi

İnternetten gezinirken bir ara neler oluyor dünyada bakayım diye Hürriyet'in sitesine girdim. Haberden habere atlarken bir haber gözüme ilişti. Daha başlığını okurken içim sızladı. Devamı da maalesef beni yanıltmadı...Haberin başlığı şöyleydi :

"Fabrikanın kapısını kilitleyip kaçtılar" Bu başlıktaki bir haberin devamında neler gelebileceğini tahmin etmek zor olmasa gerek... Adamlar çalışanlar içerdeyken fabrikaya kilitleyecek değiller ya... Haberin devamında da şöyle diyordu:

Edirne-Havsa kara yolu yakınında kurulu tekstil fabrikasında çalışan işçiler, sabah iş yeri servisinin gelmemesi üzerine kendi imkanlarıyla fabrikaya gitti.

Fabrikanın kapısının kilitli olduğunu gören yaklaşık 50 işçi, makinelerin de yerinde olmadığını anlayınca durumu jandarmaya bildirdi.Fabrikaya gelen jandarma ekipleri, içeri girerek mal sayımı yaptı.

Firmada 9 aydır çalışan Nimet Korkmaz, sabah kendilerini işe götürecek servisin gelmemesi üzerine, kendi imkanlarıyla fabrikaya geldiğini söyledi.

Fabrikaya geldiğinde yaklaşık 50 mesai arkadaşının da iş yeri kapısında beklediklerini gördüğünü belirten Korkmaz, şöyle konuştu:

“Arkadaşlarla içerideki malların ve makinelerin boşaltıldığını görünce şoka girdik. Fabrikada 150 işçi çalışıyor. Zaten maaşlarımızı 5 aydır ödemiyorlardı. Geldiğimizde göreceğimizi gördük. Hakkımızı helal etmiyoruz. Bu ekonomik krizde bizi bedava çalıştırdılar.”

Çalışanlardan Sinem Türkkan ise fabrika sahiplerinden Murat Bulu ile aynı apartmanda oturduklarını ifade ederek, “Bulu, gece geç saatlerde evini gizlice taşımış. Giderken de merdivenlerde kazağını bırakmış” dedi.

Firma sahiplerinin işçileri acımasızca çalıştırdığını iddia eden Türkkan, “Bazen 36 saat çalıştığımız oluyordu. Tezgah başında bayılanın yüzüne su döküp, yeniden çalıştırıyorlardı. Maaşlarımızı da 5 aydır ödemiyorlardı” diye konuştu.

Daha sonra çalışanlar, haklarını hukuki yollardan arayacaklarını bildirerek fabrika önünden ayrıldı. (Kaynak : http://www.hurriyet.com.tr/ )

Evet, buna ne denir ki ? Nasıl bir insan böyle bir fenalığı yapar ? İnsanda utanma, Allah korkusu, kul hakkı duygusu hiç mi olmaz ? Kriz bu işlerin bahanesi... Yıllar evvel memleketim Bafra'da bir tekstil atölyesi kurulmuştu. Büyük bir atölyeydi ve Bafra'ya umut olacaktı.. Olacaktı diyorum zira olmadı, olamadı... Deneme süresi adı altında gencecik kızları o makinelerin başında yok pahasına çalıştırıp sonra da kapıyı gösterdiklerinden, bir faydası olmadı... Nasılsa çalışmak isteyen çoktu...

Bizler, yıllardır bankaları hortumlanan, elektriği suyu kaçak kullanılan, vergisi bol bol ve rahatça kaçırılan bir ülkenin bireyleri... İlk kez mi görüyoruz bu filmleri ? Ve neden unutuyoruz bu kadar çabuk bu hainleri ? En ufak bir krizde bunu bahane gösterip çalışanına kapıyı gösteren patronlar, buna göz yuman kurumlar... Bunların ne vakit gelecek acaba sonu ? Bir ışık görmek istiyorum... Hani bir tünele girersiniz de uzakta da olsa bir ışık hüzmesi geliyordur, umut verir insana... Ne olur bir umut verin bana? Bu da mı çok bize acaba... Bu da mı ?

GARANTileyemedik

Önceki yazılarımın birinde Garanti Bankası müfettiş yardımcılığı sınavına girdiğimi yazmıştım. Sınavda mayısın ikinci haftası cevap döneceklerini söylemişlerdi ve gerçekten de dedikleri gibi oldu. 8 Mayısta göndermişler cevabı. Mailde de şöyle demişler:

Sn. Guyar

26/04/2009 tarihinde katılmış olduğunuz MY 2009 sonucunuzun başarılı olmadığını,tarafınıza bildirmek isteriz. Başvurunuz ve sürece katılımınız için teşekkür ederiz.Özgeçmişiniz veritabanımızda saklı tutulacak ve ileride niteliklerinize uygun pozisyonlar olması halinde sizinle temasa geçilecektir.
Ayrıca, www.garanti.com.tr/garantilikariyer adresinde yer alan ''İş İlanları''nı takip ederek ilgilendiğiniz pozisyonlara başvurmanız mümkündür.Özgeçmiş bilgilerinizde değişiklik olması halinde, www.garanti.com.tr/garantilikariyer adresinde bilgilerinizi güncellemeniz daha sağlıklı değerlendirilmenizi sağlayacaktır.Gösterdiğiniz ilgiye tekrar teşekkür eder, kariyer arayışınızda başarılar dileriz.
Saygılarımızla,
Garanti'li Kariyer
Eh rica ederim Garanti ne demek her zaman :) Zaten pek bir ümidim olmamakla birlikte yine de maili ilk gördüğümde heyecanlanmadım değil. Acaba dedim başarılı olmuşmuyumdur? Ama maalesef işte.... Garantili Kariyer ile kariyeri garantileyemedik. Müfettişlik aslında kafa olarak da bana uyardı ama şartların uyuyor olması bazen tek başına yeterli olmuyor... Ne diyelim hayırlısı olsun... Garanti'nin dediği gibi kariyer arayışımda başarılar arıyorum... Haydi rastgele...

Dön... Ne Olursa Olsun Dön....

Mevlana'nın bir sözü vardır.... Mevlana "Gel, gel, ne olursan ol yine gel,ister kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergahımız, umitsizlik dergahı değildir.Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel." der.

Malum iş ararken gerek internetten gerekse eş dost arkadaş aracılığıyla bir yerlere özgeçmişimizi bırakıyor iş arayışımızı gösteriyoruz. Özellikle internetten yapılan başvurular için belli bazı siteler vardır. Kariyer.Net, SecretCV, YeniBirİş gibi siteler firmaların iş ilanlarını yayınlarlar...Siteye üye olarak başvurduğunuz bu ilanlarla ilgili siz de doğal olarak bir sonuç beklersiniz. Olumlu cevap demiyorum bakın... Sonuç... Olumlu ya da olumsuz hiç önemli değil. İnsan bir cevap bekliyor.

Beklemede kalmak insanı güzel bir psikolojinin içinde bırakmıyor maalesef ve yine maalesef ki günler geçmesine rağmen bu cevaplar bir türlü gelmiyor. Aradan aylar geçiyor ses seda yok. Hatta başvurulan ilan yayından kaldırılıyor ama hala bir cevap gelmemiş oluyor... Bu noktada herkesi de aynı kefeye koymamak gerekiyor tabi.. Başvurduğunuz ilana daha ikinci gününden dönenler de oluyor. Kimi "Özgeçmişinizi yakından inceledik, derinlemesine analiz yaptık ama maalesef olmadı işte. İşi size uyduramadık... Olumlu cevap veremiyoruz." derken kimisi de " Vallahi inceledik kardeşim özgeçmişini ama inan piyasada senden iyileri vardı. Biz onlarla devam etmeye karar verdik ama senden de ümidi kesmiş değiliz. Özgeçmişini bir kenara koyduk. İleride bakarsın aklımıza gelirsin, lazım falan olursun biz seni o zaman çağırırız. Söz bak çağırırız diyorsak çağırırız."diyor... Yani hiçkimse cevap vermiyor değil. Ne demişler yiğidi öldür hakkını ver...

Benim asıl takıldığım hiç cevap vermeyenler ya da nasıl diyeyim tenezzül etmeyenler mi desem acaba biraz ağır mı kaçar ama işte cevap vermeyenler.... Dönecem ben sana deyip de dönmeyenler...

Sizlere sesleniyor ey cevap vermeyen firmalar... Dağa küsmüş tavşan misali de olsa durumum size sesleniyorum... Dön... Ne olursa olsun dön... Cevabınız olumlu da olsa dönün olumsuz da olsa dönün... Yeter ki dönün...

Avea is calling you!


Kariyer.net açılır, İş Arama tıklanır. Gelen arama sayfasında firma adına Avea yazılır ve Avea'nın açık pozisyonları görüntülenir.

Soldaki gibi bir resimle karşılaşılır. Avea is calling you. Eee madem Avea bizi arıyor biz de çağrısına cevap verelim denir ve güzel bir ön yazı ile birlikte daha önceden oluşturulmuş olan öz geçmiş firmaya gönderilir.


Bundan sonra bekleme süreci başlar, gün aşırı Kariyer.net e girilerek acaba cevap mektubu gelmiş mi ya da ilan yayından kaldırılmış mı diye kontrol edilir.

Bu şekilde günler haftaları, haftalar ayları kovalar ve 2-3 ay sonra karşınızda aynen şu metni içeren bir cevap mektubu bulursunuz:

Sayın Cem Yılmaz,

Şirketimize başvuran adaylar arasında yaptığımız değerlendirme sonucunda sahip olduğunuz özelliklerin tatmin edici olmasına rağmen, sözkonusu pozisyon için uygun olmadığı görülmüştür.

Başvurunuz, daha sonra ortaya çıkabilecek fırsatlarda değerlendirmeye alınmak üzere saklanacak ve uygun görüldüğünde sizinle temas kurulacaktır.

Şirketimize göstermiş olduğunuz ilgiye teşekkür ederiz.


Avea İnsan Kaynakları

Yani sevgili Avea'ya mülakata dahi çağırmazlar sizi, kapıdan içeri giremezsiniz geçici süreliğine de olsa. Şu ana kadar 5 tane ilanlarına başvurmuşum en erken 48 günde cevap mektubu yollamışlar ve 5 inde de olumsuz yanıt almışım.

Avea'ya Kariyer.net üzerinden başvurup görüşmeye çağrılan bir arkadaşım varsa lütfen belirtsin ki benim Avea'nın ilanlarını göstermelik olduğuna olan inancım kırılsın.

Avea'ya girmek ya da en azından mülakata çağrılmak için ne gibi özelliklere sahip olmak ve ne yolla başvurmak gerekiyor gerçekten merak ediyorum. Sırf bunu denemek için sahte bir kariyer.net hesabı açarak eğitim olarak Princeton Üniversitesi mezuniyeti ve Vodafone UK iş tecrübesi gireceğim bakalım o zaman çağıracaklar mı?

İlk Telefon Mülakatı

Onuncu kattaki evimin balkonunda oturmuş iş güç ve bir yandan da yaklaşmakta olan tez teslim tarihini düşünüp sıkıntılara gark olmakta iken içeriden bir ses duyuyorum.... Cep telefonum çalıyor. İçeri girip telefonu açıyorum. Bir bayan sesi ama ne dediğini duyamıyorum. Sonra söylediklerinden kariyer.neti çekip alıyorum ve bir an da heyecanlanıyorum. Aa, bu bir iş görüşmesi diyorum kendi kendime... Sonra nereden aradığını soruyorum. Aldığım cevap beni daha bir heyecanlandırıyor.Zira bu gerçekten çalışmak istediğim bir firma ve ilgimi çeken bir ilanı....

Karşı tarafın ilk sorusu başvurduğum pozisyonu hatırlayıp hatırlamadığım ki çok güzel bir soru. Acaba aday pozisyona bilerek isteyerek mi başvurmuş; yoksa önüne gelen her ilana mı başvuruyor. Daha başlangıçta böyle güzel bir soru ile başlamak açıkçası hoşuma gidiyor. Sonra sorular gelmeye devam ediyor. Sorulara cevap verirken bir yandan da aslında öğrenmek istediklerini kafamdan geçiriyorum.

  • İlanımız size hitap ediyor muydu ? İçeriği tam olarak ilginizi çekti mi ?
Aday ilanı incelemiş mi? Yoksa sadece firma adına mı bakmış. Acaba gerçekten bu pozisyonun ona uygun olduğuna inanıyor mu ? Bu işi yapabileceğine inanıyor mu ?
  • Önceki firmada şu pozisyondaymışsınız. Ne yapıyordunuz anlatabilir misiniz ?
Önceki iş deneyimi, yaptıkları, sorumlulukları buraya başvurmasında bir sebep mi ? Yoksa yeni bir denemede mi bulunmak istiyor. Acaba bu pozisyon gerçekten adaya uygun mu ?
  • Daha önce bir grup yönettiniz mi ?
Bu pozisyon liderlik becerisi gerektiren bir pozisyon. Aday bu yetkinliğe sahip mi ?
  • İngilizceniz nasıl ? Görüşmeye İngilizce devam edebilir miyiz ?
Aday İngilizce bildiğini söylüyor. Bakalım ne kadar biliyor?
  • 3 ve 5 sene sonraki hedefleriniz nelerdir ?
Aday kendine bir yol haritası çizmiş mi ? Yoksa rüzgar ne taraftan eserse o tarafa mı gitmeye meyilli ?

Ve bunun gibi devam eden başka sorular.... Sonrasında eğer olumlu olursa telefonla arayacaklarını söyleyip kapatıyor telefonu. Ondan sonra keşkelenmeye başladım. Ah keşke böyle deseydim. Önce şunu deseydim de sonra bunu ekleseydim gibi bir sürü keşke sıralanıyor.

Va daha da kötüsü insan umutlanıyor. Umutlanmak kötü müdür ? Hayır değildir ama hani aramasalar niye aramadılar diye hayıflanmıyor insan. Şimdi ise acaba olacak mı arayacaklar mı ? Yoksa beğenmediler kafadan elendim mi gibi bir sürü soru geliyor akla ve bu kötü oluyor işte....

Ararlar diye düşünüyorum. Belki erken ama hatta çalışmaya başladığımı düşünüyorum... Düşüncesi bile güzel.... Ben artık çalışmak istiyorum....

Çalışmak çalışmak çalışmak...

Not: Kariyer.Netten de hani ümidimi kesmiştim. Buradan kimseyi aramıyorlar sanırım diye düşünmeye başlamıştım ki yanlış düşündüğüm ispatlanmış oldu...

Büyük Adam Olmak


Etrafımdaki insanları gözlemliyorum uzunca zamandır.
İnsanlar ve yaşamları... Mutlu insanlar, mutluluğu arayan insanlar ve mutsuzluğu depresyona dönüştüren insanlar...

Nedense çalışan insanların bir çoğunda sürekli bir mutsuzluk söz konusu: "çok çalışıyorum, kendime zaman ayıramıyorum, aldığım maaş yetmiyor,vs" nedenler çoğaltılabilir. Geçenlerde bir arkadaşımla konuşurken "Mezun olalı 4 sene geçti, kocaman 4 sene. Bir üniversite bitirilebilecek bir süre düşündüğün zaman ve biz hala bir balataya sap olamadık" dedi. Ki bunu diyen arkadaş bu 4 sene içinde P&G kariyeri olan ve şu an Danone'de çalışan birisi. Kendisine bunları hatırlatıp "Peki sen ne olmak istiyordun ki ?" diye sorduğum zaman aldığım cevap gerçekten şaşırttı beni "Büyük adam".

Hayattaki amacımız "Büyük Adam" olmak mı? Veya ne kadar büyük adam olmalıyız ki tatmin olabilelim. Büyük adam olunca mutlu mu olacağız?

Hani Nazım Hikmet Abidin Dino'ya "Bana mutluluğun resmini çizebilir misin Abidin ?" der ;
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
İşin kolayına kaçmadan ama
Gül yanaklı bebesini emziren melek yüzlü anneciğin resmini değil
Ne de ak örtüde elmaların
Ne de akvaryumda su kabarcıklarının arasında dolaşan kırmızı balığınkini
Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?
1961 yazı ortalarındaki Küba`nın resmini yapabilir misin?
Çok şükür çok şükür bugünü de gördüm
Ölsem gam yemem gayrının resmini yapabilir misin üstad?

Abidin Dino buna karşılık ne çizmiştir bilmiyorum ama Dianne Dengel in çizimi yukarıda, ben bu yazıyı yazmadan önce bu resmi Abidin Dino çizmiş zannediyordum. Resme bir bakın acaba sizin mutluluk resminiz buna benziyor mu? Neler eksik neler fazla?


Bir şarkı sözü var "Yaşamın bir anlamı olmalı, senden başka benden başka", evet yaşamın bir anlamı olmalı büyük adam olmak dışında. Elindekilerle yetinmeyi öğrenmeli insan ki bence mutluluğun sırrı burda yatıyor. Bardağın hep boş tarafını görürsek mutsuz olmamız kaçınılmaz olur, dolu tarafını da görüp boş olan kısmı nasıl doldurabiliriz diye düşünmek ve aksiyonlar almak çok daha akıllıca bir eylem olsa gerek.

Bu hayattaki en önemli hazine sağlık ve zaman. Keşke Heroes dizisinin sevimli kahramanı Hiro Nakamura gibi zamanda yolculuk yapıp geçmişe gidebilseydik ama bu mümkün olmadığına göre şu anı iyi değerlendirip geleceğe yatırım yapmamız gerekiyor.

"The cost of something is what you give up to get it" diye öğrettiler bize ekonomide. Yani bir şeyin fiyatı onu almak için vazgeçtiklerinizdir. Bunun içine ödediğiniz parayla birlikte o parayı başka türlü kullanıp elde edebileceğiniz ekstra kazançlar da girer. Hepimiz sürekli kararlar veririz. En basitinden 2 asansörde aynı kattaysa soldakine veya sağdakine bineriz. Fakat hayattaki çoğu karar sonuncunda diğer alternatifleri seçtiğimiz zaman ulaşacağımız noktaya ulaşamayabiliriz.

Bu nedenle yolumuzu seçerken o yolun sonunu ve vazgeçtiğimiz diğer yolların sonunda kaybettiklerimizi iyi düşünmemiz gerekir.

Her zaman doğru yolu bulabilmeniz dileklerimle...

2009 KPDS...

İki hafta önce girdiğim Garanti Bankası müfettiş yardımcılığı sınavının ardından bu pazar da kendimi başka bir sınavda buldum: 2009 KPDS... Kamu personeli dil sınavına aslında neden girdiğimi de tam bilememekle beraber bir arkadaşımın gir demesiyle girdiğimi söyleyebilirim :) Bu aslında biraz da başvuru çılgınlığına benziyor... Başvuru yaparken gazını alamayıp önüne gelen işe başvurmak gibi ben de önüme gelen sınava girer buldum kendimi... Bu sene bu sınava 99.219 kişi katılmış. 2001 yılında bu sınava katılan sayısı 14bin kişi civarında idi.

Sınav 9.30da idi ama gideceğim okulu bilmediğim için sabahın köründe yola düşmüştüm ve bir saaat kadar önce sınavın olduğu okulun bahçesinde çay ve tost sırasına girmiştim bile. Sıranın başında bir kadıncağız elinde davetiyeler olduğu halde oradakileri kermese çağırıyordu. Sıra bana geldiğinde ne sattığını sordum. Kadın okul aile birliğinin kermeste çekiliş düzenlediğini ve bunun biletlerini sattığını söyledi. En azından destek olmak adına alıp almayacağımı sordu. Benim hoşuma gitmişti ve iki tane aldım. Zaten koca sırada da ilk ben almıştım. Benden sonra da üç dört kişi aldı. Bilet birşey değildi . 2 lira idi bir tanesi. İnsanların umursamazlığı garibime gitmişti. okul şehrin dışında ve belli ki mali durumları çok da iyi olmayan çocukların yoğun olduğu bir okuldu. Ben karınca kararınca yardımcı olmak istedim ama maalesef sıradaki onlarca kişi benimle aynı fikirde değildi.

KPDS için gittiğim okulda sınav öncesi yaşadığım başka bir şeyi de anlatmak isterim. Okula normal şartlarda cep telefonu getirmek yasak. Giriş kartının iki yerine de kapalı dahi olsa cep telefonu getirilmemesini yazmışlar. Ama tabi ki biz Türk insanı bu kurala da uymayarak ve hatta bunun saçma bir uygulama olduğunu düşünerek inadına cep telefonu getirmişti. Sınava girdiğim salonda da tahtada zaten cep telefonunu sınav görevlisine teslim edin şeklinde bir uyarı yazılmıştı. Yani adamlar da getirildiğini biliyor kendilerince böyle önlem alıyorlardı. Sonra bir görevli geldi ve aşağıda ösym yetkililerinin olduğunu cep telefonu olanların aşağıdaki görevliye teslim etmeleri gerektiğini, eğer yapılacak aramada cep telefonu bulunursa bulunan şahsın sınavının iptal edileceğini söyledi. Bunun üzerine itirazlar yükseldi. Üniversitede hoca olduğunu söyleyen biri bunun çok saçma bir uygulama olduğunu söyleye söyleye aşağıya inip cep telefonunu teslim etti. Aşağıda da oradaki görevli ile tartışıyordu. O da kendince haklı olarak şu soruyu soruyordu : " Kapalı cep telefonunun ne sakıncası olabilir. Hepimiz çalışan , üniversite mezunu insanlarız bu uygulama da neyin nesi ?" Görevli ise giriş kartında da cep telefonu getirilmemesi gerektiği yazılı diyor başka birşey demiyordu. Yani bu soruya aslında o da cevap veremiyordu. Sonrasında söylene söylene sınav salonuna gelen üniversite hocası: " Anlamıyorum kapalı telefonun ne sakıncası olabilir?" diye sorarken başka biri : " Arkadaşım iyi güzel de kendine göre değerlendirme yapıyorsun. Hadi sen İstanbul'da sınava giriyorsun peki güneydoğuda nasıl olduğunu biliyor musun ? Adam cep telefonu ile giriyor hatta cep telefonu aracılığıyla soruları çözüyor. Buna ne diyeceksin." dedi. Sonra bir bayan da : " iyi de ben Adapazarı'ndan geliyorum buraya. Cep telefonum olmadan nasıl yapacaktım ki mecburen getirdim ve kapalı olarak duruyor yanımda." dedi...

Sonuçta ne oldu ? Cep telefonları teslim edildi. Sınav salonuna aramaya kimse gelmedi. 20 kişiden sadece 3 kişinin cep telefonunu teslim etmesi de garipti. Eminim ki salonda en az on beş kişinin cep telefonu vardı. İnsan ister istemez güzel ülkemin güzel insanları diyor...