Garantili Kariyer...

Bugün Garanti Bankası müfettiş yardımcılığı sınavı vardı. Saat 9.15 ile 16.00 arasında yapılan bu sınava ben de katıldım...

Saat 8.40 gibi Yıldız Teknik Üniversitesi Beşiktaş kampüsündeydim. İğne atsan yere düşmez sözünün doğrulandığı yer burasıydı. İnanılmaz bir kalabalık, bir kuyruk. Otobüsten indiğim andan sınav yerine gidene kadar yollar karınca sürüsü gibi bu sınava giren insanlar ile doluydu. İnsanlar bir umut kuyruğuna girmişlerdi. Sanırım bin kişiden fazla kişi vardı bu sınava giren. Ha bu sınavın aynı bir de Ankara'da yapılıyor varın siz düşünün artık katılan kişi sayısını. Garanti Bankası bu sene 15 müfettiş yardımcısı alacakmış. Ülkemizde görmeye alışık olduğumuz bir sahne idi aslında. 10 kişi alacak bir yere binlerce kişinin başvurduğu ülkemde böylesi prestijli bir iş için bu kadar katılımın olmasına da çok şaşırmamak lazım.

Gelelim sınava... Bizi denilen saatte 9.15 de almasalarda 9.22 de içeri alındık. Meğerse sınav 10 daymış. Neyse çok mühim bir hadise değil. Önce zihinsel beceri testi ardından yabancı dil sınavı sonrasında bir öğle arası ve akabinde asıl sınav bilim testi... Sınavdan çıktığımda öğrencilikten ne kadar uzaklaştığımı farkettim. Zira hadi ilk iki sınav birşey değildi de bilim sınavı kısmında kafam allak bullak olmuştu. Rahat yaparım diye düşündüğüm Matematik İstatistik bölümünde türev integral sorularını görmek ve onları çözmeye çalışmak yormuştu beni. Diğer bölümler için zaten söyleyecek çok birşeyim yok. İşletme pazarlama, ekonomi testlerini cevaplamıştım. Bu sınav gerçekten de öyle rastgele girilmeyecek bir sınavmış. Öncesinde oturup biraz bakmak lazımmış :)

Sınav işe alım sürecinin ilk adımı idi. Bundan sonraki süreç mayıs ayının on sekizinin başladığı hafta devam edecek. Kalan sağlar bizimdir düşüncesi ile sınavı geçenler bu işe girmek için çalışmaya devam edecekler... Bakalım biz ne yapacağız... Sınavı geçersem - geçerim diye düşünüyorum ya bakalım- bundan sonraki süreci de buradan anlatmaya devam edeceğim.

Mahalle Maçı

Çocukluğumuzun değişmez eğlencelerinden biridir mahalle maçları... Mahallenin en iyi oynayan ağabeyleri ile yan mahalle arasında kıyasıya bir maç yapılır... O takımlarda en iyi oynayan bir çocuk olur her zaman. O çocuk takımın herşeyidir. Maçı genelde bu "tek adamlar" kazandırır. Maçın kahramanı olurlar...

Bu maçın kahramanları bazen olur ya anneleri tarafından çağrılırlar ya da başka bir şey olur ve bir maçta yer alamazlar... İşte mahalle maçlarının en güzel yanı budur. Mahalle maçları her zaman kendi kahramanlarını keşfeder... O, takımın herşeyi olan çocuk yerini zoraki olarak bir başkasına bırakır ve eğer şans ondan yana değilse artık takımdaki yerini kaybeder ve kenarda oturup beklemeye başlar. Bu bekleyiş sancılıdır, umutsuzdur ve acı verir...

İş dünyası da mahalle gibidir ve etrafta sayılamayacak kadar mahalle vardır... Her mahallenin de bir takımı vardır... Bu benzetme bana ait değil aslında. Yine benim gibi iş arayan arkadaşım Aragorn anlatmıştı bunu bana. Bir arkadaşı Aragorn' a şöyle demiş:
"Abi, siz mahallenin iyi topçularısınız ama işte şu an oynayanlar bir ara vermiş durumdular...Siz tam da maç arasında geldiniz..." Haklılık payı yok mu ? Var, hem de çok var...

Evet, bizler şimdilik kenarda bekleyen çocuklar gibiyiz... Şansımızı zorluyoruz, bekliyoruz bakalım fırsat bize ne zaman geçecek... Ama işte o top oynamayı bekleyen çocukların bekleyişi gibidir bekleyişimiz....

Sancılı, umutsuz ve acı verici....





Bir Boğaziçi Treni Yolculuğu

Kara tren geçikir belki hiç gelmez,
Dağlarda salınır da derdimi bilmez.

Bu türküyü bilmeyen yoktur sanırım. Türküden midir yoksa demir yollarının yıllarca arka planda kalmasından mıdır bilinmez benim zihnimde de "Tren" denildiği zaman rötar yapan, yavaş giden ve gürültülü bir ortamda seyahat edeceğim bir yolculuk gelirdi hep. Ta ki bir ramazan bayramı dönüşü normalde mola ile beraber 5.5 saatte gittiğim Eskişehir-Harem arasını 9 saatte anca gidince otobüsle, bundan sonra trenle gideceğim dedim kendi kendime.

Kardeşimin de tavsiyesiyle Başkent Expressi ile gittim bir sonraki yolculuğumda ve tam 4 saate Haydarpaşaya indim. Hem de wireless internet ve tekli koltuk rahatı ile üstüne üstelik otobüs bilet parasının yarı fiyatına.

O gün bugündür treni tercih ediyorum ve zaman zaman küçük rötarlar dışında sıkıntı da yaşamadım. Bu yazıya konu olan durumu ise en son Haydarpaşa - Eskişehir seferimde yaşadım. Her zaman ki gibi TCCD' nin web sitesinden biletimi aldım. Bu sefer Boğaziçi Treni'ni tercih ettim saatinden dolayı ve Başkent Expressinden de 5 TL daha ucuz olduğu için, malum krizdeyiz ve masraflarımızı her türlü kısıyoruz. Sehayat saatinden yarım saat önce haydarpaşadaydım e-bilet makinası bana biletimi vermedi. Ben de gişeye gittim biletimi almak için; fakat gişeden de biletimi veremediler. Biletiniz sistemde gözükmüyor uyarısı veriyordu. Beni Gar Rezervasyon Müdürlüğü'ne yönlendirdiler.

Gidip görevli ile konuştuğum zaman benim biletimin olduğu 5. vagonun seferden iptal edildiği için biletimi alamadığımı; ama ben ve benim gibi mağdur olacak kişiler için 4. vagonda yer ayrıldığını öğrendim. Neden olarak da işçilerin grevde olduğunu ve vagonun çıkmadığını söylediler.

Bu noktada aklıma bir diğer neden geliyor, acaba vagon kendisini kurtaracak kadar dolmamış mıydı? Özellikle hava yolu şirketlerinin kullandıkları bir Yield Management sistemi acaba TCDD'de kullanılıyor mu? Sonuçta bir vagon daha eklemek ve bu vagonun boş gitmesi demek mutlaka bir maliyet yükleyecek sefere bu noktada hassas hesaplamalar yapmak lazım.

Rezervasyon sistemi bence optimize edilebilir sabit bir vagon sayısı girilir mesela 5 yerine 4 sabitlenir sonrasında rezervasyon sistemi vagonları doldurarak bilet vermeye devam eder, 4 vagonda dolduktan sonra sefere kalan saat hesaplanır ve buna göre vagon ekleme kararı verilerek sisteme o sefer için yeni bilgi girilir. Bunu kodlamak ve uygulamak çok da zor olmasa gerek diye düşünüyorum.

Bitirirken Eskişehir - İstanbul hattı ile ilgili bazı bilgiler verelim:

Otobüs Firmaları: İsmail Ayaz, Buzlu Turizm, Ulusoy
Otobüs Bileti Fiyatı : 30 TL

Trenler: Kalkış Varış Fiyat
Başkent Expresi 12:55 - 16:50 20.00
Boğaziçi Treni 11:40 - 16:45 15.25
Eskişehir Expresi 08:42 - 12:32 20.00
Cumhuriyet Expresi 16:45 - 20:42 20.00

Tercih size kalmış...

İş Ararken-3

Bundan önceki yazımda bir ilan görmüştük kafamıza uyan ve ona başvurmuştuk hatta akabinde başvuru yapma hastalığına tutulup önümüze gelen ilana bile başvurmuş olabiliriz... Başvurduğumuz firmalar da nezaketen bir mesaj ile geri döneceklerini söylemiştlerdi. Bundan sonrasında da olaylar şöyle gelişiyor...

Adamlar açık sözlü döneceğiz diyorlar, zaman vermiyorlar ki bir ara akıllarına gelirseniz dönerler, ya da aman canım sizle mi uğraşacaklar bekleyin işte... Sonra günler geçmeye başlar siz artık beklemekten sıkılmaya başlarsınız...Pazar günleri gelsin de bir gazete alayım bir de oradan takip edeyim dersiniz. Oradaki süreçte bir hayli sıkıntılıdır. Onu da sonra anlatırım....Günler haftalar ve hatta aylar geçer, siz evde oturmaktan, internet başında koltuğa yapışmaktan o kadar sıkılmışsınızdır ve üstüne üstlük yaptığınız başvurular üç haneli sayılara varmasına rağmen hala bir haber yoktur o zaman aklınıza can sıkıcı sorular gelmeye başlar ? Hafiften isyankar dalgalar yüreğinizde kabarmaya başlar. Allah Allah, işsiz mi kalacaz acaba demeye de başlarsınız. Başvurduğunuz ilanlar yayından kalkar, yenileri gelir onlara başvurayım dersiniz o da ne bir uyarı yazısı çıkar karşınıza... “ Bu ilana hede höde tarihinde başvurmuştunuz.” der... Hatta bir ara öyle bir başvurma krizine tutulmuş bile olabilirsiniz ki artık hangi ilana başvurduğunuzu bile unutmuş olabilirsiniz. İlana başvurduğunuzda karşınıza çıkan bu ilan ile karşı karşıya kalabilirsiniz... Evet ciddi söylüyorum bu krize yakalanmış arkadaşlarım var, yok değil....

Bir gün telefonunuz çalar? Kim bu diye bakarsınız, ya özel numara ya da tanımadığınız bir numaradır açarsınız. Aa o da ne bir firmanın insan kaynaklarından bir yetkili... Heyecan yapmayın durun dinleyin bakalım kimmiş neymiş... Size kısaca işten bahseder ve görüşme için randevulaşma süreci başlar. Bu noktada birkaç ayrı senaryo olabilir. Mesela sizin hiç başvurmadığınız bir ilan için sizi aramışlardır. Üzülmeyin canım bu da Bir şey bakın demek ki arayan sizi bulabiliyormuş... Sonra başvurduğunuz ilan için arayabilirler ki bu güzel bir şeydir. Bunlardan başka bir de sizinle önce telefonda mülakat yapmak isteyebilirler olmaz illa yüz yüze görüşeceğiz diye ısrar etmeyin yapın mülakatınızı... Bu mülakatta maaş beklentiniz sorulabilir buna açık yüreklilikle cevap verin, adamlar sizi ikinci kez aradıklarında en azından beklentilerinizden haberdar olan kişilerle görüşmeye gidersiniz. Bundan sonraki adım artık görüşmedir. İşe adım atmadan biraz önceki birkaç adımdan en önemlisi... Mülakatlar üzerine yazılmış binlerce yaşanmış anlatılmış şey vardır. Hatta mülakatta yapmanız gerekenler, yapmamanız gerekenler, 5 altın anahtar, 7 gümüş anahtar, 10 adımlı merdiven falan gibi böyle illa rakamlı makamlı isimlere sahip yazılmış onlarca da kitap vardır... İşte o süreç başlar... Bu mülakat ile ilgili başka bir zamanda biraz daha ayrıntılı yazmak isterim... Mülakatlarda amaç iki tarafın birbirini tanımasıdır. Evet deyin bakalım sizi neden alsınlar işe... Bu soru merkezinden geçen görüşmeler silsilesinde siz o işe ne kadar uygun olduğunuzu anlatırken bir yandan da bir sinir harbi ile karşı karşıya kalabilirsiniz. Ah az daha unutuyordum bu mülakatlardan önce küçük bir adım daha vardır. Her yerde bu böyle midir bilmiyorum ama genellikle gördüğüm o ki gittiğiniz yerde elinize bir form tuttururlar. Buyrun doldurun bunu derler. Evet taaa en başa dönmüş gibi hissedebilirsiniz kendinizi, siz bu bilgileri daha önceden zaten sitelere üye olurken doldurmuştunuz, hatta ve hatta bu bilgiler sizi görüşmeye çağıranlarda da vardır ama olsun siz işkenceye biraz daha maruz kalın, doldurun aynı bilgileri... Bakalım oraya yazdıklarınızla buraya yazdıklarınız aynı mı değil mi ama ?

Mülakatlar yapılır zaman ayırdığınız için teşekkür edilir sonra tekrar bekleme başlar, belki aynı yere bir iki kere daha gidersiniz ki bu iyi bir şeydir, işe girmeye az kalmıştır biraz daha sabredin... Sabreden derviş muradına erer miymiş bunun cevabını öğrenir misiniz bilmiyorum ama bu süreç böyle bir kısır döngü gibi devam eder durur. Hatta öyleleri vardır ki artık görüşmeye gitmek neredeyse mesleği olmuştur, oradan buraya buradan şuraya koşturur dururlar. O görüşme senin bu görüşme benim bir hayatın içine girer, kendilerini kaybederler... Öyleleri sıkmasın sizin canınızı... Siz bekleyin.... Dönecekler size....

Kelime Oyunu


Var mısın Yok musun?, Ahmet Çakar'la Zor Karar, Wipe Out, Çarkıfelek, 50 Sarışın ve Yemekteyiz derken artık diziler izlemenin yanı sıra ciddi ciddi yarışma programları da izliyoruz.


Tüm bu yarışma programları karmaşanın arasında Kanal 1 de Kelime Oyunu diye gayet güzel bir yarışma var. Haftanın altı günü yayınlanıyor. Sunuculuğunu İhsan Varol un yaptığı program pazar günleri hariç her gün 18:00 da ekranlara geliyor. Bu yönüyle maalesef çalışan insanların izlemesi biraz zor oluyor. İş aramakla geçen bu süreç arasında evde otururken yemekteyiz saçmalığını izlemek yerine daha mantıklı ve yararlı programlar izlemeye gayret ediyorum, genelde canlı yayınlanan uluslararası spor organizasyonları ve Cnbc-e nin finans programlarını izlerken bir gün zap yaparken Kelime Oyunu'nu keşfettim ve o gün bugündür kaçırmadan takip ediyorum.


Kelime Oyunu, adından da anlaşılacağı gibi; sorulan soruların kelimeye dayanan cevaplarını harf satın alarak bulmaya yarayan, her harf alındığında kazanılacak ödülden 100 puanın düşüldüğü, karmaşık sistemlerden uzak, ekrandaki seyircinin de rahatça oynayabileceği bilgi yarışması.

Yarışma 14 sorudan oluşuyor ve 4 dakika içinde bu sorulara cevap vermeniz gerekiyor. 4 harfi cevapların arandığı ilk 2 soru dan sonra 5 harfli cevapların arandığı diğer 2 soruya geçiliyor ve bu şekilde artarak devam eden yarışma 10 harfli cevapların arandığı 13. ve 14. sorularla sona eriyor.

Her gün 5 yarışmacı arasında en yüksek puanı alan "Günün Birincisi" oluyor ve cumartesi günü yapılacak olan yarı finale çıkıyor.

Yarışmanın rekoru şu an için 7,600 puan. Bakalım bu rekor ne zaman kırılacak.

Yarışma ayrıca Türkçe’ nin doğru kullanımı ve Türkçe’ ye yaptığı katkılar nedeniyle Türk Dil Kurumu tarafından ödüllendirilmiş bir yarışma programı olma özelliğini de taşıyor.

Yarışmaya katılmak için yapmanız gereken şey çok basit. Son zamanlarda çekinmiş olduğunuz bir fotografınızla birlikte özgeçmişinizi kelimeoyunu@kanal1.com.tr adresine göndermeniz yeterli.

Ben Nasıl Büyük Adam Olucam ?

Pinhani'nin söylediği, sözleri itibari ile şu anki halet-i ruhiyemi son derece yakından anlatan bir şarkı var:

Ben nasıl büyük adam olucam.... Bu şarkıda şöyle diyor Pinhani

Görmezdim önümü görmezdim , okudum yıllarca hep okudum
okumaktan boynumu büktüm yoruldum
bilmezdim adımı bilmezdim aradım her şehirde aradım
koştum dere tepe aştım dolaştım

kimin uğruna , ne uğruna

Herkes köşesini kapmış iyi ama ben nası büyük adam olucam
bir tek seni bana çok gördü dünya
iyiler bu savaşı kaybetmiş peki ben nası büyük adam olucam
kötü olmak seni geri getirir mi acaba

sevmezdim okulu sevmezdim , okudum yıllarca hep okudum
okumaktan boynumu büktüm yoruldum
bilmezdim oyunu bilmezdim denedim her şekilde denedim
denemekle olmadı zaten yenildim

kimin uğruna , ne uğruna

herkes köşesini kapmış iyi ama ben nası büyük adam olucam
bir tek seni bana çok gördü dünya
iyiler bu savaşı kaybetmiş peki ben nası büyük adam olucam
kötü olmak seni geri getirir mi acaba

ben nası büyük adam olucam....

İnsan ister istemez bu soruyu soruyor kendine. Hele hele bir de şuandaki gibi bir kriz içinde iş arıyorsa... Krizden sebep firmalar alım yapmaktan korkarken ya da yok pahasına eleman çalıştırma derdine düşmüşlerken biz nasıl büyük adam olucaz ? Düşününce hayatımın 18 senesi okuyarak geçmiş ki bu da şu anki ömrümün üçte ikisi ediyor...

Herkes köşesini kapmışken bizler ne yapacağız ? Yani köşe kapmaktan bihaber ortalıkta kalmış bizler... Krizin ortasında kalmış bizler ? Bizlere fırsat ne zaman verilecek acaba ? Talih ne zaman bizden yana olacak bize gülecek ? Evet, yazarken farkındayım aslında biraz Küçük Emrahvari bir üslup kullandım... Bizim hiç fırsatımız olmadı amca der gibiyim... Canım hafiften sıkılmaya başladı, ondan sanırım....

Bir yandan da yeise kapılmadan daha bir kendime güvenerek " Bu da geçer elbet" demek istiyorum. Zira emekler zayi olmaz diye inandım hep ve umarım bu inancımda yanılmayacağım... Biz başarmak zorundayız... Krizler her zaman gelecek geçecektir. Şu an sadece biraz şanssızız ki yanlış zamanda yanlış yerde bulunduk.... Örneğin askere şimdi gidiyor olmak gerekiyordu ki biz tam da krizin göbeğine düştük askerlik sonrası.... Yine de yılmamak lazım... Zafere çiçekli yollardan gidilmiyor en azından ben çiçekli yollardan gidecek kadar hiçbir zaman şanslı olmadım. O yüzden şimdi de çok şaşırmıyorum bu duruma.... Elbet başarılı olacağız ve başarılı olduğumuzda bulunduğumuz noktaya tırnaklarımızla gelmiş olacağız. İşte bu, başarımızı daha anlamlı daha kalıcı yapacaktır....

İş Ararken-2

Bir önceki yazımda iş arama sürecinin öncesinden bahsetmiştim... Şimdi kaldığım yerden devam edeyim...


Efendim, öncelikle iş ararken nereden başlanır ? Buradan başlayalım.... İş Kur'a falan gitmedim aslında... Malum çağ internet çağı... önce kariyer net , yenibirinsan, sevretcv ve bunun gibi bilumum iş arama portallerine üye olunur... Ah keşke bu kadar -yazdığım kadar – basit olsa bu üyelik.... Saatlerce kişisel bilgiler, eğitim bilgileri, iş deneyimi, o yoksa staj deneyimleri, öğrenim durumu, bilinen diller, alınan eğitimler, seminerler vesaire vesaire.... Sonuna bir de bunlardan sanki çok çok farklıymışçasına bir de klasik öz geçmiş eklenir... Üyelik bitmiş olur ama asıl macera ondan sonra başlar burada.... Ha bunları siz önceden yapmış olabilirsiniz ama benim gibi taa 2002 yılında üye olmuşsanız ve oradaki bilgileri güncellememişseniz aynı işlem yine tekrarlanır... Hadi bu süreç böyle bitti diyelim... Malum belki bu siteler aynı zamanda insanın sabrını da zorluyordur, sizi uzun bir maratona hazırlıyordur. Çünkü gerçekten de bu iş arama denilen şey uzun bir maraton gibi ; öyle bir iki güne bitmiyor.... Sonra gelsin iş arama... basit arama, detaylı arama, ilgilere göre arama. Bu ve buna benzer bir sürü kombinasyonu kurabilirsiniz. İlginizi bir iş ilanı mı çekti hemen başvurayım demeyle başvurulmuyor... Önce ilanı şöyle bir süzüyorsun... Muhtemelen istenen nitelikler senin Birkaç gömlek üzerinde olacaktır ama olsun vazgeçme sen başvur. İsteyenin bir yüzü kara vermeyenin iki yüzü. Zaten ilanı verenler de bu kafadalar yani aynı frekansta buluşma olasılığınız yüksek. İş tecrübesi bu kadar olsun, onu bilsin, şunu bilsin bunu bilsin, aa bak bunu bilmezse olmaz, askerlik gibi durumlarla karşımıza bile çıkmasın zaten gibi düşüncelerle yazıldığını sandığım ilanlara başvurmaktan kendinizi alıkoymayın... Vurun vurun.... Aslında bu iş ilanları üzerine de çok güzel bir yazı yazılabilir... Vakit de var aslında bol bol... Bunu da bir düşüneyim bakayım.


İlan kafanıza yattı mı ? Yattıysa tamamdır geriye pek Bir şey kalmadı altı üstü bir ön yazı yazacaksınız..Kafanız karıştı gibi bakmayın canım basit bir ön yazı işte... Ha ben basit diyorum ama canınız sıkılmasın diye öyle diyorum aslında öyle çok da basit Bir şey değil yani... Ne ki bu ön yazı ? Bu ön yazı şu soruya cevap aslında cevap mı aslında onu da tam bilemeyeceğim ama öyle umuyorum... Bu ilana niye başvuruyorsun kardeşim, kimsin nesin sen bu ilandaki özelliklere uyuyor musun, neyine güvendin de başvurdun, bak birazdan öz geçmişine bakacağız inşallah zaman kaybı değildir zaten 10 saniye ya bakarız ya bakmayız ama öyle senin gibi her başvuranın öz geçmişine bakarsak işimiz iş vallahi. Böyle bir şey işte yani.... Burada dikkat etmeniz gereken ufak bir de ayrıntı var ola ki acemiliğinize denk gelir canınız sıkılmasın. Önceden böyle ortaya karışık bir ön yazı yazarsınız hani ola ki orada bir firmanın da adını geçirirsiniz aman dikkat o ön yazıyı başka bir firmanın ilanına kopyala yapıştır yaparken o firmanın adı orada kalmasın... Kalırsa ne olur bilemiyorum yani bu ön yazıyı kim neden okur ciddi olarak bilmiyorum ama hani ola ki siz çöldeki bahtsız bedevisinizdir o yüzden ben uyarayım da sonradan tatsızlık olmasın.


Ön yazı işkencesini de geçebildiyseniz e tamam işte ilana gönül rahatlığıyla başvurabilirsiniz. Vurun başınızı bakalım ne olacak. Baştan söyleyeyim öyle hemen Recep İvedik'in internetten kız düşürme macerası gibi anında cevap beklemeyin. Beklerseniz de çok beklersiniz; gelmezzzz.. Ama nedir ayıp olmasın diye ilana yaptığınız başvurunun ellerine geçtiğini belirten bir cevap alırsınız... Size teşekkür ederler, öz geçmişinizini veri tabanlarına almışlardır ve ilk fırsatta size döneceklerdir...

327. Dönem Yedek Subay ve Kısa Dönemler

Bugün 12 Nisan 2009 bundan tam 8 ay önce Topçu ve Füze Okulu Komutanlığı'na teslim olmuştum. Kısa dönem askerlik görevimi yerine getirmek için. Biz 323. kısa dönemlerdik bu akşam üstü ise 327. kısa dönemlere merhaba dedi Tofok.

Şu an askerliklerinin ilk saatlerini yaşayan belki de hala işlemleri devam eden bu arkadaşlar şu anda hayatlarının belki de en bulunmaz macerasına girmiş bulunmaktalar. Ne 1 gün eksik ne de 1 gün fazla kalacaklar kışla içinde kısa dönemler 6 ay, yedek subaylar 12 ay askerlik yapacaklar.

Bu süre zarfında başlarından bir çok macera geçecek. Türkiye gerçekleriyle yüzleşecekler. Türkiye'nin sadece büyük şehirlerden ve üniversite mezunu insanlardan oluşmadığını görecekler. Egolarından sıyrılacaklar. Dış dünyadaki sıfatlarından farklı olarak herkesle aynı seviyede olacaklar. Avukatı da, bilgisayar mühendisi de, öğretmeni de, kaymakamı da herkes bir olacak ve diğer uzun dönem askerlerle belki birebir olmayacak ama yakın muamele görecekler. Yeri gelecek henüz bıyıkları terlememiş 18 yaşında bir astsubaydan emir alacaklar, yeri gelecek kendilerinden 6 ay önce askere gelen bir çavuştan emir alacaklar.

Sonuçta bir şekilde vatana hizmet ederek askerlik süreleri sonunda sivil hayata geri gelecekler. Allah hepsine sağ sağlim dönmeyi nasip etsin inşallah.

Neden Mühendis Oldumki

Arkama dönüp bakıyorum... Çocukluğumdan buyana harcadığım emeklere ve ailemin harcadığı maddi manevi emeklere. Neydi bu emekler. İlkokulda çok iyi hatırlıyorum öğretmenimin anneme bu çocuğu dersaneye gönderin siz göndermezseniz ben göndericem deyişini. Dershaneye gidişimi anadolu lisesi sınavına girişimi. 7 yıl anadolu lisesinde okumamı. Girelim de nasıl olsa bitiririz diyerek girdiğimiz üniversite yıllarını.

Sonuç ne peki nerde olmam yada olmamız gerekiyor. Bukadar yıl öğrencilik yaptıktan sonra ne koşullarda nekadar maaş almamız gerekli. Kendimiz bir değer biçemiyoruz genelde ben bu birikimle şukadar almam gerekli diyemiyoruz. Peki piyasanın bize biçtiği değer... İyimser rakamlarla okul bitince 1500-2000 tl aralığında maaş alıyor mühendisler. İş tecrübeli mühendislerin ortalama maaşı 5000 tl civarında. Peki bu maaşlar yeterli mi sizce yada sizi nekadar tatmin edecek.

İstanbulda üniversite okumanın ortalama aylık bedeli herşey(harçlar, kitaplar,kalacak yer, vs) dahil 1000 tl dır. senelik 9 ay üzerinden 9000 tl. 5 senede 45000 tl. Üniversite öncesinde dersanelere özel öğretmenlere ve eğitime yapılan diğer yatırımlar 100000 tl diyelim. 150000 civarı bir parayı eğitime yatırmışız. Şimdi düşünüyorum 150000 ile kötü bir market açsam ayda 3-4 bin kazanırım. O kadar ki okula harcanan zamanı söylemiyorum bile.

Geçen bir inşaat mühendisi arkadaş ile konuşuyorum. Neden okuduk bukadar bizde hiç akıl yokmuş gibi şeyler söylüyor ve ekliyor keşke tıp veya hukuk olsaydık belki emeklerimizin karşılığını alabilirdik. Yurtdışında çalışmış 2000 dolar civarında maaşlar kazanıyor 2 senede 30000 para biriktirmiş yemeden içmeden yaşamadan. Önümüzdekiler bunlar daha fazlası değil. Devlet kadrosunda çalışıp 2000 tl maaş almak için sınava giren girecek olan mühendislerde var. Bukadar çaba bukadar zeki olmanın karşılığı bu malesef.

İş aramanın zorlu stresli dönemlerini geçtik işi bulduktan sonra elde edeceğiniz kazanımların size yetip yetmiyeceği. Genelde de yetmez birikim yapamazsınız kolay kolay birde istanbul gibi pahalı bir şehirde yaşıyorsanız vah halinize.

Bu kısır memuriyet gibi yapılan mühendislikten kurtulmanın yollarından biri kendi şirketini kurmaktır. Bunun için gerekli olan en önemli şey ise sermaye. Ailenizden bu sermayeyi bulmaya çalışırsınız bulamazsanız 1-2 sene çalışayım ondan sonra gireyim bu işe dersiniz. Bu iki sene içinde anneniz size evlenebileceğiniz kızların isimlerini söylemeye başlar, evlenmeyi kafanıza sokmaya çalışır. Evlenirseniz eğer memuriyete ömür boyu devam. Evlenmediğinizi varsayalım 1-2 sene çalışmakla aklınızda kurmayı tasarladığınız şirketin biriktirdiğiniz para ile kuramıyacağınız gerçeğini anlarsınız. Kısır döngüden yine çıkamadık :).

Bu düşünceler dönüyor çoğu mezun olmuş mühendisin kafasında. Gerçekten hayat bu kadar karamsar olmak zorunda mı. Hayır elbette değil ancak bunları düşünmeden de yapamıyoruz. Artık özlemle andığımız lisedeki sorumsuz aynı zamanda sorunsuz günlerimizi özlüyoruz. Hayatın gerçekleri canımızı acıtıyor.

Çok paralar kazanmak istiyorsanız ve gerçekten mühendisliğin hakkını vermek istiyorsanız kesinlikle memur da olsanız biryerlerde iyi maaşlar da kazanıyorsanız gözünüzün açık olması gerek. Zamanı geldiğinde kendi işinizi kurmak için en iyi fırsatlar elinize geçtiğinde o işe atılmak için cesaretli olun...

Bir Mülakat Macerası...

Mülakatlar ve mülakat soruları...

Çoğu kişinin gözünde büyüyen, bu konuda eğitimlere, seminerlere katıldığımız meşhur görüşmeler.
Kimi zaman 1 aylık zorunlu staj için, kimi zaman ise iş için. Ama sonuçta mutlaka bir yerde karşımıza çıkacak olan durum.

2006 yılında işe girmeden önce girdiğim MT mülakatlarından bu yana hiç mülakata girmemiş olmanın verdiği paslanmışlıkla ve kriz ortamında piyasayı bilmediğim için gittiğim ilk 2 mülakatta şu an için keşke daha düşük isteseydim dediğim ücretler talep ettiğim için olumsuz geri dönüşler almıştım.

Sonrasında uzun bir süre beklemeden sonra yeni görüşmeler için Eskişehirden İstanbula giderken otobüste bir anda telefonum çalmaya başladı. Arayan benim başvuru yapmadığım ismini vermeyeceğim ama kimya sektöründe faaliyet gösteren ve bu işi 80 yıldır yapan köklü bir şirket.

Telefondaki İnsan Kaynakları uzmanı hanım efendi ile 10 dakikalık bir ön mülakat yapıyoruz. Eğitimim, iş tecrübem, bilgisayar bilgim, vs ve en son ücret beklentim. Kafamda net bir rakam yok diyorum fazlaya kaçmaktan çekindiğim için. Kız üsteliyor "Bir aralık da söyleyebilirsiniz" diyerek. "O zaman 2000-2500 diyelim" diyorum. Ve karşıdaki hanım efendi "Tamam Hakan bey, biz olumlu görürsek size dönüş yapacağız" diyerek telefonu kapatıyor.

Bir anda moralim bozuluyor. Endüstri mühendisiyim, masterım var, askerliğimi bitirmişim, 2 yıl Akbank gibi bir şirkette iş tecrübem var ve 2000 TL den aşağı bir maaşa iş dünyasına geri döneceksem neden bu kadar kastım ki CV mi güçlendirmek için. Hem nasıl geçinirim İstanbul gibi yerde bir de ayda 750 TL civarı kira vererek...

Neyseki kortuğum gibi olmuyor ertesi gün aynı hanım efendi yine arıyor ve sizinle görüşmek istiyoruz diyor. Haftaya pazartesine anlaşıyoruz.

Ve nihayet pazartesi geliyor çatıyor. İstanbul yağmurlu ve içerenköyden maslaka gitmek ciddi zaman alacak. Havaya ve olası trafiğe göre planımı yaparak yola çıkıyorum ve planladığım gibi zamanında fabrikaya ulaşıyorum.

1.5 saate yakın süren bir form doldurma ve mülakat aşaması yapıyoruz. Son derece olumlu bir mülakat olduğunu görüştüğüm kişinin jest ve mimiklerinden ve sürekli not almasından anlıyorum. İlk görüştükleri adayın ben olduğumu ve sürecin 3-4 hafta süreceğini söylüyor. Teşekkür ederek ayrılıyorum.

Aradan 1 hafta geçiyor ses yok. 2 yine ses yok.
Bu arada Akbanktaki arkadaşlarımdan birinin arkadaşı görüştüğüm şirkette hatta depatmanda müdür, arkadaşıma bir sorar mısın olumlu mu olumsuz mu ona göre hareket edeyim diye.
Arkadaşımın aldığı cevap aynen aşağıdaki gibi:

Canımcım şimdi konuştum aslında beğenmişler pozisyon dış satış departmanında finansal controller idi. 1-2 yıl tecrübeliden vazgeçmişler yeni mezun almaya karar vermişler yeni mezun alacaklar sanırım başka bir pozisyon çıkar ise arayacaklarını belirtti.


Güler misin ağlar mısın? Başvurmadığım halde çağrılıyorum işe inanıyorum kendime güveniyorum kesin girerim diyorum. Ve bir cevap dahi vermeye tenezzül etmiyorlar içerden sordurarak olayı öğreniyorum.

Yeni mezun = Ucuz işçi .
Onlar da haklı, karlarından zarar edemezler. Verecekleri 300-400 TL fazla maaş ciddi problemlere yol açabilir değil mi?

İşte kurumsal, köklü diye düşündüğümüz büyük şirketlerde bile İnsan Kaynakları bu durumda.
Yapacak bir şey var mı? Aslında var; ama o fırsatı bize verirlerse...

Korku Senaryoları ve İşsizlik ya da İşsizlik Üzerine Korku Senaryoları


Dan Brown'ın Birkaç yıl öncesinin en çok satan kitap yazarlarından biriydi... Onun yine çok satan kitaplarından biri Melekler ve Şeytanlar idi. Melekler ve Şeytanlarda bir korku senaryosu oynanıyordu. İnsanlar, korkutularak Tanrı'ya yakınlaştırılıyorlardı. Ortalıkta bir kargaşa bir korkudur almış başını gidiyordu.

Malum şu aralar dünyada bir krizdir almış başını gidiyor... Kimine göre Amerika'daki 1929 büyük buhranından daha büyük bir kriz sarmış sarmalamış etrafımızı. Kurtarma paketleri, teşvik paketleri gibi önüne etkileyici bir ismi takan paket çıkıyor ortalığa. Dünyada bu anlamda ciddi bir sıkıntı var, evet üretimler düşüyor, ülke ekonomileri çöküyor, dünya devi koca koca firmalar birer birer iflas bayraklarını çekiyor. Hal böyle olunca tabi biz de payımıza düşeni alıyoruz. Bakmayın öyle krizin teğet meğet geçtiğine bizzat kriz canavar olmuş içimizde dolanıyor öyle pek dolanıyormuş gibi de değil; son derece rahat. Bir oraya takılıyor bir buraya takılıyor, uğradığı her noktaya da korku salıyor... Sanki dersiniz dağ başındayız da bu canavar da dağın eşkıyası... Bir korkudur almış başını gidiyor işte.

Her gün haberlerde gazetelerde üretim kısan firmalarla ilgili haberler, işten çıkarmalar, kriz kriz kriz... Varsa kriz yoksa kriz... İçimiz dışımız kriz. Kriz yoksa bile söylentisi bile yetiyor, bu kriz böyle mel'un bir şey... Olan tabi ki güzel ülkemin güzel insanlarına oluyor. İnsanlar işlerinden aşlarından oluyor sonra üçüncü sayfalarında gazetelerin cinnet geçiren insanların haberleri daha bir sık görünür olmaya başlıyor. Kredi kartları ile türlü taklalar atan yurdum insanı an oluyor sıkışıp kalıyor bir köşeye. Tam bu anda, işsizlik üzerine korku senaryoları geliyor aklıma. Ya ben çok fesadım ya da çok komplo teorisyeniyim.

Şöyle ki;
Kriz dönemlerinde firmaların büyük bir kısmı işe alımları durdurur, daha az iş ilanı verirler ( İş arayan herkes mutlaka Hürriyet İk'yı duymuştur. Krizden eser yokken bu Hürriyet İK öyle böyle bir ek değil resmen gazetedir. Sayfalarca ilan vardır orada... Bir de son zamanlardaki Hürriyet İK ya bakmak lazım ki dersiniz o ek diyete girmiş... Evet evet diyete girmiş kriz diyetine... Erimiş bitmiş ayakta bir ruhu kalmış... Epi topu altı sayfa ya var ya yok; o sayfalarında ya bir ya iki sayfasında ilan var. )

Kriz dönemlerinde işten çıkarmalar olur. Firmalar küçülmeye giderler. Dün Bir şey yokken ertesi gün geldiğinde masanın üzerinde bir kutu; içinde şahsi eşyaların... Bir mahkummuşçasına uzaklaştırılırsın firmadan. Bir suçlu gibi kalırsın bir başına elinde bir kutu. Kimler çıkarılır işten ? Buna kriz piyangosu diyebiliriz ? Çıkmaz demeyin herkese çıkabilir. İşe yeni alınan biri, işe yıllarını veren biri, overqualified diye tabir edilen yıldız çalışanlar bile bu piyangodan nasibini alabilirler...

Firmaların var olma sebebi genel olarak para kazanmaktır dolayısıyla riskli dönemlerde maliyetleri olabildiğince kısmak da firmaların çevrede olanlara karşı göstermiş olduğu bir tepki, aldığı bir önlemdir. İşte bu noktada alınan bu önlemler bana bu korku senaryolarını yazdırıyor. Misal olarak firma kriz öncesi on milyar maaş verdiği bir çalışanını işten çıkarıyor onun yerine zaten korkunun hâkim olduğu piyasalardan yine o çalışanın ayarında başka birini işe alıyor ve ona verdiği para çıkardığı çalışanına verdiği paranın belki de yarısı oluyor. Firma bu anlamda yılsonu hesaplarına kabaca bakıldığında sadece bir çalışandan bile bir kazanç elde etmiş oluyor. İşe yeni giren kişi de bu kriz ortamında iş bulduğu için kendini şanslı hissedecektir. Alan razı satan razı durumları yani... (Burada tabi uzun vadeli bakıldığında bir kardan ne kadar söz edebiliriz bilemiyorum. Zira kriz ortamında kendini tabiri caizse bir firmaya -şartlar tam istediği gibi olmasa da- atan çalışan piyasalar iyileştiğinde de kendini daha iyi şartlarda bir başka firmaya atacaktır. Neyse konumuz bu değildi...)

Kriz zamanlarında en zor şeylerden biri iş arayan kişi olmaktır. Zira eliniz son derece zayıftır ve karşı tarafın eli de size inatla her yönden çok daha iyidir. Kozlar karşı tarafın elindedir. Bu noktada maalesef Türkiye'de firmalar bu krizi çok güzel fırsata çevirmekte ve bu kozlarını sonuna kadar kullanmaktadır – yani en azından ben öyle düşünüyorum- Siz iş arayan kişi olarak en erken zamanda iş bulmaya ve bunun için de bazı konularda fedakarlık yapmaya hazır olduğunuzdan işverenin şartlarını kabul etme noktasında da maalesef boynunuz kıldan ince olmaktadır. Krizler böyle zamanlarda firmaların ekmeğine bal sürmekte... En azından şimdiye kadar yaşadığım gördüğüm duyduğum deneyimler bunun aksini bana gösterebilmiş değil.
E kusura bakmayın malum şu an bir krizin içindeyiz bu sebeple size ancak şu kadar maaş teklif edebileceğiz gibi bir cümleyi duymanız kriz zamanında son derece sıradan olsa gerek. Ya da kusura bakmayın şu an tüm pozisyonları dondurduk başvurunuza olumlu olarak dönemiyoruz gibi başka bir cümleyi...

Böyle uzun uzadıya yazabilirim ama demek istediğimi sanırım ifade edebilmişimdir. Aklımda bu soru maalesef şu aralar bir hayli yer meşgul etmekte? Acaba firmalar bu krizi bahane olarak mı kullanmaktalar? Ya da çok mu komplo teorisyeniyim bilemedim...

İş Ararken....


Başlığından da anlaşılacağı üzere her Türk gencinin başına gelen o malum olay ile ben de karşı karşıyayım….

Türkiye’de kendi ayakları üzerinde durmaya çalışmak adına 2 maceraperest arkadaşı ile iş kuran ve çetin şartların karşısında üç senecik direnebilmiş ben de iş arıyorum… 2005 temmuzunda başlayan kendi işimin patronu maceram 2008 martında son bulmuştu….(Bu tarafı es geçiyorum belki başka bir yazımda bunun üzerine daha çok eğilirim…) Derken nisanda askerlik gibi bu kez de her Türk erkeğinin karşılaştığı bir durumla karşılaştım…. Yedek subay olarak bir yıl vatani görevimi yaptıktan sonra (askerlik konusunu da es geçiyorum bu konu üzerine bir cümle demem yeterli sanırım…. Yaptım bitti gitti…) kimilerin yüzdelerle ifade ettiği kimilerininse bol sıfırlı rakamlarla dikkat çekmeye çalıştığı bir ordunun neferi oldum…. İşsizler ordusunun…. Biraz trajedi yapıyorum galiba melankolik damarım mı tuttu nedir….Neyse…Esasında kendimi bu ordunun bir elemanı olarak hiç görmedim hala da görmüyorum yani en azından görmemeye çalışıyorum…Ha hayat illa kabul etmem konusunda ısrar ederse de yapacak bir şey yok tabi… Şimdi ben bu yazıyı yazmaya bodoslama girdim bir plan program yapmaksızın ve dolayısıyla herşeyi bir anda yazmak istiyorum…. Sanki böyle tabiri caizse içimdekileri kusmak istiyorum ama yok yok bunları bir sıraya koymalı… Sıradan başlayarak anlatmalı bu kısmı ki okuyanlar da ne yazmış ne saçmalamış bu adam demesin… Okuyanlar demişken bu yazıyı kim ya da kimler okur ? Hmm, bunu düşünmedim açıkçası ama ben bloguma koyarım… Ah doğru ya blogum da uçmuştu… Hay Allah… Ah blogspot ah… neyse demek ki önce bir blog açacağız ondan sonra bunu yazacağız oraya… Sonra mı ? Sonrası Allah kerim canım…. Şişeye mesaj yazıp okyanusa salan ümit dolu (!) insan misali benim de durumum işte. Gördüğünüz üzere işte ordan buraya daldan dala atlıyorum Türkiye’nin sevgili kaynanası Sevda Hanım’ın dediği gibi…. Daldan dala daldan dala….


Esnaf ve Kriz

Teğet geçse de tam üstümüzden geçsede kriz. Alışkanlık kazanmaya başladık krizlere öyleki "ti" ye almaya başlayanlarımız bile var. Bir ara Başbakanımızın söylediği " kriz bizi teğet geçti hamdolsun" cümlesi, krizden daha çok konuşulur oldu. Daha sonraları krizden çok fazla etkilenmedik oldu bu cümleler.

Biz televizyondan gazeteden okuyup izliyoruz teğet geçen krizi. Peki çevremizdeki insanların başına gelenler veya kendi başımıza gelenler. İşverenler, çalışanlar krizin birebir hissedip yaşıyanlar neler yaşamış ve neler planlıyorlar.

Bir iki esnaf ziyaretinden aklımda kalanlar şöyle;

İlk kuyumcuya gidişimi anlatayım. Kuyumcuya giriyoruz ve altın bozduracağız malum altın fiyatları yükselince bozdurmak istedik. Kuyumcu tartıyor hesaplıyor 300-400 tl civarı bir miktar. Tamam alıcaz parayı kuyumcu açıyor kasayı para yok. Kuyumcuda nasıl para olmaz diyoruz, sonuç olarak işleri para ile dönüyor. Amcam anlatıyor, kriz teğet geçince insanlar altın fiyatının yükseldiğini görünce bozduruyor. Bozduruyorlarsa fiyatı neden yüksek diyoruz. Bozduran kişiler fakir kişiler bişekilde yorgan altı ettikleri altınları bozduruyorlar, bir bilezik bilemedin iki bilezik. Alanlar ise zengin olup parasını altına yatıranlar; onlar bankalardan altın hesabı açtırıp bankalardan alıyorlar. Böylelikle esnaf olan kuyumcu satın alıyor ama satamıyor. Ama umutlular önümüz yaz ve düğünler sayesinde biraz altın satabilecekler.

Umutsuz olan bir esnafa geçelim, otomotiv tamircileri. Üç çırak var içerde birde usta. İçeri girmeden kapıda karşılıyorlar işler nasıl dediğimizde "şükür abi ne olsun" cevabını alıyoruz. Herşeye rağmen az ile yetinebiliyoruz(!). Yarım saat boyunca el emeği harcıyorlar. Borcumuz nekadar demiyoruz sadece parayı uzatıyoruz. Abi sorun değil diyor usta, belki biraz tanıdığımız olduğundan belki de kendini sevdirmek hep ona gitmemizi sağlamak için. Israr ederek 10 tl veriyoruz. Sonra düşünüyorum, düşünmek zorundayım bu dükkanın masraflarını, bizi kapıda karşılayan o 3 çırağın haftalığını, ustanın nasıl geçindiğini. Acelemden dolayı sonraya bırakıyorum düşünmeyi. Sonraya bırakıyorum ama sıra onlara gelmiyor ki.

Kendi kendime diyorum ki asgeri maaşla çalışan milyonlar var onlar nasıl geçiniyor diyorum. Televizyondan haberleri takip ediyorum asgeri maaşlıları da unutuyorum; işsizlik rekorlar kırıyor. Eskiden düşünürdüm ki iş bulmak kolay işsizler genelde vasıfsız insanlar, işletme gibi kıytırık bölümler okumuş insanlar. Hayır efendi, en iyi üniversitelerde en iyi bölümleri okumuş, masterını yapmış, iş deneyimi olan insanlarda işsizler.

Bazılarımız için hamd olsun, hamd olsun diyemiyeceklere de geçmişler olsun.

Sebebi Ziyaretimiz.

Bir hafta sonra bugün askerden geleli tam 3 ay olmuş olacak. Dinlenerek, askerlik psikolojisini atmaya çalışarak ve sonrasında krize takılmış biri olarak iş arayarak geçen 3 ay.

Ağustos 2008 de giderken bıraktığım ortamla Ocak 2009 da bulduğum ortam arasında inanılmaz farklar var. Böyle olacağını tahmin edebilseydim belki de askerlik kararını vermez ertelemeye devam ederdim.

Askeriyede kışla içinde internete erişemezsiniz Karanete bağlıdır bilgisayarlar ve dışarı çıkış yoktur. Karanette her gün "Basın Özetleri" şeklinde belirli gazetelerin manşetleri taranarak resim olarak konulur. İşte o resimlerden birinde gördüğüm "Amerikan Bankası Battı" haberinden bu yana geçen süreç gerçekten çok can sıkıcı bir süreç oldu.

Asıl şok haber ilerleyen günlerde gördüğüm "Akbankta Deprem" haberi oldu. Fırsatını bulduğum anda Akbank'taki eski iş arkadaşlarımı arayarak olayın ayrıntılarını sordum. Ve hayretler içinde genel müdür yardımcılarından, bölüm başkanlarına, müdürlere ve yöneticilere kadar üst düzey çalışanlarla birlikte yaklaşık 1400 kişinin işine son verildiğini öğrendim.

Herşeyden uzakta, resmen bir haber yaşadığımız kışlada bundan sonra çıktıktan sonra ne yapacağız kaygısı sardı bir anda hepimizi.

Bir noktada kendime güveniyordum aynen herkesin de bana güvendiği gibi. Sonuçta yüksek lisansı olan, askerliğini yapmış ve 2 sene iş tecrübesi olan bir endüstri mühendisiyim ve Marmara ve Boğaziçi Üniversiteleri gibi Türkiye şartlarında kalbur üstü olarak geçen üniversiteleri bitirmişim.

Ama askerlik sonrasındaki sivil hayatımın 3. ayında henüz bir işe yerleşmiş değilim.
Tam 11 sene önce Fen Lisesine gitmek için çıktığım evime ilk defa bu kadar uzun bir süre için dönmüş oldum. Evde oturmak bunca yıllar boyunca sürekli meşgul olmuş birisi için gerçekten son derece sıkıcı bir durum.

Ne yapmalı ne etmeli de zamanı değerlendirmeli derken; arkadaşlarla beraber bir blog oluşurmaya iş arama sürecimizi ve olan biteni yazmaya karar verdik.

Bu blogda ülkemizi teğet geçeceği iddia edilen krizde başımızdan geçenlerle beraber, zaman zaman ülkemizde ve dünyada olan bitenler hakkında yorumlarımızı bulacaksınız.

Sebebi ziyaretimiz kısaca budur.